Likyalılar Roma ordusuna yenilir. Özgürlüğüne düşkün halk, düşman eline düşmemek için Ksanthos kentinin dik yarından Ksanthos...

Likyalılar Roma ordusuna yenilir. Özgürlüğüne düşkün halk, düşman eline düşmemek için Ksanthos kentinin dik yarından Ksanthos nehrine kendilerini atmaya başlarlar.  Yenmeye ve öldürmeye gelen işgalci ordu, bu kez yendiklerini ölümden kurtarmaya koşar.
Özgürlük adına ölüme atlanılan Ksanthos nehri ise, tanrıça Leto’nun, çocukları Apollon ve Afrodit’i yıkadığı, Likya uygarlığının can damarı kutsal nehir. Bu nehir, daha yürümeyi öğrenirken yüzmeyi öğrendiğim nehir…
Ünal Hoca evinin salonunda çalışıyor. Salon koltuklara varıncaya kadar silme kitap dolmuş. Oturacak bir karış yer kalmamış. Kahvemizi, küçük oturma odasında içiyoruz.
Erken kalkacağım. Midem için günlük yağı alacağım pazaryerinden. Günlük yağı der demez Ünal Hoca bu yeni konuya giriyor; Fethiye’nin bilim ve sanat ansiklopedisinin yaprakları açılıveriyor. İskender’den başlayıp İbni Batuta’ya uzun bir yolculuk yaptırıyor. .. İskender İran’ı işgal ettiğinde, cüzam hastalığı başlamış. Yaşlı bir kadının elinde bir parça reçine varmış. Diyesiymiş ki, “bundan biraz daha olaydı, bu cüzam belasının önü alınırdı.” O reçinenin Marmaris’te olduğunu yazmış İbni Batuta.
Ünal Hoca, ünlü gezginin yazdıklarında yola çıkarak, İbni Batuta’nın Ege adalarından Marmaris’e geldiğini, Köyceğiz üzerinden Fethiye’ye ulaştığını anlatıyor. Bu yol haritasına göre Fethiye’ye akşam gelmiş. Dolayısıyla, gece karanlığında günlük ağaçlarını göremediğinden, İskender’i ve ordusunu cüzamdan kurtaracak yağın yerini yanlış bellemiş İbni batuta. Gündüz gözüyle gelseymiş, Fethiye ve Köyceğiz arasında olduğunu görebilecekmiş.
İbni Batuta’nın Fethiye üzerinden hangi yolu takip ederek Korkuteli’ne, oradan Elmalı’ya ve Finike tarafına indiğini her taşına, dönemecine varıncaya kadar anlatıyor. Finike Kaş, Kalkan derken, öyküye Likyalıları yenen Brütüs yeniden giriveriyor. Tarihi biraz daha kurcalıyor.
Ünal Hoca yıllardır yazıyor. “Kültür sanat anayolunun” dışında. İnsanın ise tam ortasında. Önemli olan da bu.  Fethiye’nin masalları, manileri, fıkraları, adetleri, şiirler, anlatılar… Bir düzine kitap. Hepsinin yayımlanması da kendi emeğiyle. Öğretmenlikten emekli maaşı ile, kitaplarının arkasına aldığı naif reklamlarla.. Çok önemli bir birikime emek ediyor; söz ve yazı taşıyor. Yerel kültür, sözlü tarih, andropoloji… ne dersek diyelim… Durmadan biriktiriyor. Paylaşıyor. Yerel televizyonda kültür sanat programı yapıyor. Yaşadığı coğrafyada her köyün, her yolun, taşın, çalının öyküsü onda. Sorun, daha arkeoloji haritalarına girmemiş kalıntıları tüm hikayesiyle bir çırpıda anlatsın.
Ülkenin edebiyat, sanat kültür gemisinde dümene yapışma derdinde değil. Kifayetsiz muhteris hiç değil. Başka türlü bir şeyin mümkünlüğünü kanıtlıyor Ünal Hocam. Hesapsız, pazarsız, insan sevgisi ile toprak sevgisi ile hayat kurmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Bir yerde olmadan da “olma” halinin saf örneğini gösteriyor. Çevremizde çokça gördüğümüz; her nasılsa elde ettiği bir “statü” ile sanatın, edebiyatın şiirin muktediri havalarındaki “kof”lardan hiç değil.
Kahvemi bitirip kalkacakken, Ünal Hoca İbni Batuta’nın yolculuğunun sonunu, Kibirya antik kentindeki son durumu, yeni yapacağı çalışmalar içinde yer alan Kuvayı Milliye’nin Fethiye Şubesi yöneticilerinin mezar taşlarını araştırma çalışmalarını sıralamakta. Bütün bunları niye mi yapıyor? “Ne yapacaksın be Sabri, vakit geçiriyoruz, başka bir şey değil!” diyor sadece. Sadece vakit geçiriyor Ünal Hoca.
“Yosun kokusuyla doldurur meltemler evleri
Şarkılar duyulur uzaklarda umutsuz
Sarar birazdan kıyıyı akşamın soğuk elleri”
Bu şiir Fethiyeli Ünal Şöhret Dirlik’in 1965 yılında basılan “Sen Şimdi Güneyde” adlı kitabından…
Ünal Hoca hala vakit geçiriyor. Satmak derdiyle değil, yapmak ve üretmek derdiyle.
Haftanın sözü; Gençlik Muhalefeti’nin delikızlarına, delioğlanlarına selam; keşke –biraz daha- genç olsam!