Üniversitedeki odasında öldürüldü, Ceren Damar. Bir öğrencisini sınavda bir kez daha kopya çekerken yakalamış ve görevi gereği duruma ilişkin bir tutanak tutmuştu. Zanlı, Hasan İsmail Hikmet ifadesinde, “Sınava hazır değildim, geçmem için kopya çekmem gerekiyordu” diyor. Daha önce de kopya nedeniyle ceza alan saldırgan, bir kez daha ceza alması durumunda atılma kaygısı ile işlemin iptalini […]

Üniversitedeki odasında öldürüldü, Ceren Damar. Bir öğrencisini sınavda bir kez daha kopya çekerken yakalamış ve görevi gereği duruma ilişkin bir tutanak tutmuştu.

Zanlı, Hasan İsmail Hikmet ifadesinde, “Sınava hazır değildim, geçmem için kopya çekmem gerekiyordu” diyor. Daha önce de kopya nedeniyle ceza alan saldırgan, bir kez daha ceza alması durumunda atılma kaygısı ile işlemin iptalini istediğini, Ceren Damar’ın bu talebi kabul etmediğini, sonrasında yanında getirmiş olduğu bıçak ve babasına ait silahı kullanarak trajik biçimde gencecik bir yaşamı nasıl sona erdirdiğini anlatıyor.

Bir üniversite mensubu olarak Ceren’in muhatap bırakıldığı türden şiddetin, istisnai bir durum olmadığını söylemeliyim. Özel üniversitelerin yüksek ücretleri, belli bir cüretin kaynağı haline gelmiş olsa da, kamu üniversitelerinde de durum parlak değil. Öğrenci tehditleri nedeniyle zaman zaman evine gitmekten imtina eden tanıdığım kadın akademisyenler var; daha ne olsun?

Şiddetin çok boyutlu ve karmaşık bir olgu olduğunu ve bu nedenle reçeteye dönüşecek bir çözümlemenin peşinde de olmadığımı belirteyim. Ama bir siyaset bilimci olarak siyasal ortama ilişkin bazı gözlemlerimi paylaşmak, bu olay vesilesiyle günlük yaşam içinde gözlemlediğimiz şiddet patlaması ile ilişkilendirmek istiyorum.

Uzunca bir süredir siyasetin bir savaş halini aldığını vurgulayan yazılar yazıyorum. Bu savaş hali, içinde yaşadığımız dünyanın ortak bir özelliği haline gelmiş olmakla birlikte, farklı coğrafyaları eşitsiz etkiliyor.

Siyasetin dost-düşman ayrımı üzerinden tanımlandığını biliyoruz. O yüzden siyaset savaş mantığını hep içinde taşıyor; siyasal alanın kuruluşunda tarafların birbirilerini ortadan kaldırma hissiyatına teslim olması hiç de zor değil. Türkiye’de siyaset azımsanmayacak bir süredir bu sarmala düştü ve siyasal mücadele, yarışmadan çok bir bertaraf sanatı haline iyiden iyiye geldi.

Mesele şu ki, bu haleti ruhiye sadece siyasal alanla sınırlı kalmıyor. Toplumun bütün gözeneklerine yayılan bir davranış biçimiyle karşı karşıyayız. Düzenleyici kurumların, demokratik mekanizmaların ve hukukun çökmesine toplumsal alanda eşlik eden güven, dayanışma ağları ve hissiyatının çözülüşü, yaşamı, bir doğa durumuna, güçlü olanın ayakta kaldığı bir savaş haline hızla yaklaştırıyor.

Yaşamak istiyorsan, düşmanın seni yok etmeden sen düşmanını bertaraf etmelisin! İşte orada 20’li yaşlarda bir genç, ne diyor? ‘İkinci kez ceza almam durumda, üniversiteden uzaklaştırılacaktım. Hocadan tutanağı iptal etmesini istedim, etmeyeceğini söyledi’. Ceren Damar, bir hukukçu olarak yapması gerekeni yapıyor. Ama bu davranış karşı tarafta bir düşmanlık, kendisini yok etmeyi amaçlayan bir düşman eylemi olarak algılanıyor. Sonuç? Düşman ortadan kaldırılıyor!

Söz konusu öğrencinin düşman algısının Ceren’le sınırlı kalmadığı da açık; ifadesinde daha önce öğrencisi olduğu Kıbrıs Üniversitesi’nden yatay geçiş sırasında haksızlığa uğradığını, 2. sınıftan başlaması gerekirken 1. sınıftan başlatıldığını ifade ediyor. Zanlının bu hissiyatı ve davranışı istisnai bir durum sanılmasın; hemen arkasından sosyal medyada “ayağınızı denk alın” mesajları atan benzer ruh halinde öğrenciler olduğunu hep birlikte gördük.

Bu yazıyı yazarken, cinayetin işlendiği ve çok sayıda üniversitenin bulunduğu başkent Ankara’nın büyükşehir belediye başkanlığına soyunan eski Bakan Mehmet Özhaseki’nin 2016 yılında yaptığı talihsiz bir konuşma düşüyor sosyal medyaya; “Devlete hainlik edenlerin çoğu üniversite mezunu. Hamd olsun imam hatip gençliğinin devletiyle problemi yok”!

Kuşkusuz şiddet her yerde; ama üniversitelere, akademisyenlere, uzmanlığa ve bilime yönelik bu olumsuz tavrın üniversiteleri ayrıca hedef haline getirdiğini görmek zorundayız.

“Savaş ortamının ilk kurbanı gerçeklerdir” denir! Gerçekliğin arandığı yer olan üniversitenin durumunun daha iyi olduğu söylenebilir mi?