“Kitap uygarlığından geçmeyen bir toplumuz” der, hocam Ünsal Oskay. Doğrudur. Kitap bir kültür ürünü olarak da, bir meta...

“Kitap uygarlığından geçmeyen bir toplumuz” der, hocam Ünsal Oskay. Doğrudur. Kitap bir kültür ürünü olarak da, bir meta olarak da tarihsel süreçte ve şimdiki zamanda, gündelik hayatımızın bir parçası olmadı. Amorf bir toplum oluşturmamızın temel nedenini bu “uygarlık” meselesine bağlar Ünsal Hoca. Amorf, yani örgensel niteliği olmayan bir araya gelmiş, toplum olamamış “topluntu” insan kümesi.
Kitap uygarlığından geçmemek sadece okuma eylemi ile ilintili bir olgu değil. Kitap nesnesini de ilgilendiren bir boyutu var. Kitap uygarlığından geçmemiş bir toplumun kitap satış işletmecileri de bir tuhaf duruyor bu resimde. Kitap satmak için oturdukları işletmedeki kitap nesnesi ile aralarında öyle bir mesafe var ki, bunu yabancılaşma kavramı bile açıklamaya yetmiyor.
BESAM’ın kurucu başkanı, emekçisi Alpay Kabacalı bir etkinlik tasarladı; “Unutulmuş Yazarlar Sempozyumu”. Sanatta iktidar olanların listeleri yayınlanır ve güncel tartışmalar alevlenirken, unutulmuş değerlere, yazı emekçilerine bir vefa, kitaba saygı idi yapılan. Fotoğrafın arabıydı bir bakıma.
BESAM Başkanı Esen Arslandoğan Bakan Ertuğrul Günay’ı ikna etti. Bakanlık parasal destek sağladı.
Toplantı için bir de tanıtıcı film olsun istendi. Kamunun parasını çarçur etmemek için iş başa düştü. Kameraman olarak arkadaşımız Orhan Soylu’yu ikna ettik. Kızım Elif’i oyuncu kadrosuna aldık. Ben de yapım yazım yönetim ne varsa yüklendim. Sabahın köründe İstanbul’un sokaklarında henüz açılmamış kitapçı vitrinlerini çekelim dedik. İlk toslamamız; bütün vitrinler korunaklı, standart kepenkler arkasında!
Beyoğlu’ndan geçtik Beyazıt’a. Sahaflar Çarşısı yeni açılmakta. Kitapçıların hepsi büyük bir içtenlikle yardımcı oldular. Çünkü, yaptıkları işle, yaptığımız işin ilintisini bilecek, görecek kadar kitabın içindeydiler. Dahası, kitap satış işletmesi elemanı değil, belki de çıraklıktan yetişme “kitapçı” idiler. İşin ehli ve kitap nesli olmak bir başka şeydi elbet.
Elbette ille de önemsenmek, herkesin bizim için susta durmasını istemiyorduk. Ancak, kentin en önemli kültür caddesinde kimi duvarlara tosladık. O sokakların adamı Halil İbo’nun da bize katılmasına karşın. Dört kişilik, Bremen Mızıkacılarına benzeyen film çekim ekibimizle döndük durduk. “Kitapçı” olmayıp, kitap satış işletmecisi olanlar son derece rasyonel bir tutumla bize kapıyı gösterdi. Oysa, yaptığımız keyfi bir çekim değil,  unutulmuş yazarların izini sürmekti. Belki de baktığımız nokta yanlıştı. Çünkü unutmak ve unutturmak da bir seçilmiş bir etkili eylemdir. Edebiyatın iktidar çevrelerinin listesinin peşinde olsaydık kahve bile ısmarlardı eminim… Oysa biz Sahaflar’da çay önerilerini geri çevirmiştik.
Kültür sanat politikaları sadece merkezi yönetimle, siyasetçilerle, dahası bürokratlara ilgili bir durum değil. İktidar, topyekün, kapsayıcı bir iktidar. Bu nedenle, sisteme ilişkin nesnel eleştiri için bütüncül bakmak, sadece kifayetsiz bürokratı değil, kültür endüstrisi işletmecisini de diken menziline almak gerekiyor.
Unutulmuş Yazarlar Toplantısı önemli. Çünkü,
Kitabı ve yazarını, yazarları unutmak gerçeğe giden köprüyü unutmaktır… Dahası gerçeği unutmaktır. Kitabı yazmak kadar okumak bir bellek yaratma sürecidir. Kitabın içindeki gizli hayatların, yoğun emeğin farkına varmak belleğe sahip çıkmaktır.  Belleksiz bir dünya geçmişi ve geleceği olmayan bir dünyadır. Kitap, gerçeğin kendisi değil, gerçekle aramızdaki bir köprüdür. Okunmadığı sürece kitap gerçeğe uzaktır.
Kitap çalınmış hayattır. Çalınmış ve hapsedilmiş.  Hem de iki kere. Yazar, hayattan çalarak kitabın içinde bir dünya kurar. Kitabın içine tutsak eder yazdıklarını. Yazar, yazarken bir de kendinden çalar. Kendi zamanını, hayatını çalar. Sevdiklerinden, dostlarından, eşinden, sevgilisinden, çocuğundan bir hayattır çaldığı. Çekildiği yalnızlık dünyasında bir hayat kurmak için bu edimler zorunludur; çalmak ve kurmak. Böylece kitabın içinde çalınmış iki ayrı hayat bizi bekler: Yazarın hayattan çaldığı başka hayatlar ve kendinden çaldığı özel hayatı… Kitaba gizlenmiş, dahası hapsedilmiş bu iki hayat okurun eylemiyle özgürleşir. Okur, kitabı okuyarak kitaptaki hayatları özgürleştirir, özgürleştirirken kendini de özgürleştirir. Çünkü, okumak özgürlüktür.
Yazarın unutulduğunu söylemek büyük bir yargı. Böyle bir sonuç doğmuşsa, ülkenin yazarları unutulmuşsa; binlerce dünyayı, binlerce hayatı yitirmişiz demektir. Her neyse, bu hafta öznel genellemelere ağırlık verdik galiba. Kitaba ilişkin genellemeler bile içinde çekinceler taşıyor elbet. Anımsatmakta yarar var. Genellemeler yapmamıza neden olan toplantı 30/31 Mayıs, Cumartesi/Pazar, The Marmara Oteli T salonunda.