Google Play Store
App Store

Geçtiğimiz hafta “Hani Kuzu Kebabı Yenilecekti” yazımda okurlara, dostlara Dîyarbekir’den Üskif Qedo’nın hikâyesini paylaşmıştım. Hafta içinde işyerimden çıkarken ardımdan...

".....
Sözler vardı içimde işe yaramayan
Sözlerle konuştum karanlıkta...
Önce söz yoktu kalbimin en doğusunda
Sözler...
Bir yağlı urganda acıyı boğmaya yarayan."*

Geçtiğimiz hafta “Hani Kuzu Kebabı Yenilecekti” yazımda okurlara, dostlara Dîyarbekir’den Üskif Qedo’nın hikâyesini paylaşmıştım. Hafta içinde işyerimden çıkarken ardımdan biri seslendi. Durdum, yanıma geldi. İyi tanıdığım bir simaydı, adını da biliyordum, tanıttı kendini, şaşırdım. Meğerse “Üskıf Qedo” oymuş.

“Abê” dedi ve anlatmaya başladı.”Antalya’dan bir arkadaşım aradı ve ‘Kadri, gazeteyi okudun mu? Şeyhmus Abê seni yazmış’.

Okudun mu? diye sordum. “Yok, abê, arkadaşım senin yazdıklarını telefonda anlattı. Dur ben sana işin ayrıntılı olarak aslını anlatayım” dedi. Olduğu gibi paylaşıyorum anlattıklarını.

“Şeyhmus Abê, üç arkadaş Fis Kayasının başında Dijle’ye ve Bahçelere karşı oturmuş demleniyorduk. Bir arkadaş yanımıza geldi ve benim rahmetli Vedat Abi (Aydın, katledilen HEP İl başkanı) ile tanıştığımı biliyordu. ‘Qedo, ne oturmişsan, içmaxin vaxtîdır. Vedat abên ve arkadaşlari partide aç acına oturilar. Polês de etraflarıni sarmiş. Xeberın olsın’ dedi. Hemen sofradan kalktım ve muhabbeti yarım bıraktım. O zamanlar HEP Dilan Sinemasının hemen yanındaki Site sinemasının bitişiğinde ikinci ya da üçüncü kattaydı. Hakikaten de polisler parti binasının etrafını sarmışlardı. Hiç içeriye girmeden doğruca Nebi Caminin karşısındaki Hacı Baba Kebap salonuna gittim. Beni tanilar tabi. O gün işim iyiydi, paralıydım yani. 50-60 kişilik kebap yaptırdım. Ayranı da tulux gibi bir bidona koydurdum. İki garsonla beraber parti binasının önüne geldik. Garsonlar ‘Abê bizden buraya kadar, polês etrafi sarmiş biz içeriye giremeyiz, gidiyıx’ dediler. Çare yox, iş başa düşti.”

“Bir şeker çuvali buldum. Kebap Paketlerini içine yerleştirdim. Sırtladım. Ayran tuluxıni da elime aldım. Polês çemberini sota bir yerden yararak partiye girmeyi başardım. İçeri girer girmez Vedat Abê ayağa kalkti. ‘Qedrî hayırdır, bunlar nedir’ dedi. Anlattım meseleyi. ‘Qedrî sen sağol, ama bu açlık grevidir. İçerdeki arkadaşlara destek için bugün üç günlük açlık grevine yattık. Kimse bir şey yemez” dedi ve ardından da orada açlığa yatan arkadaşlara beni tanıtarak açıklama yaptı.”

“Hiçbir şey demedim, kapıya çıktım, kebapları ayranla beraber dışarıdakilere verdim, birilerine dağıtmalarını söyledim. Sonra da içeri girdim ve Vedat Abê madem siz açlıxtasız, ben de sizlerle beraber açlıxa yatacaxam dedim ve onlarla beraber üç gün açlık grevi yaptım. İşte mesele tamı tamına budur abê” dedi.

Sonra onayını alarak Kadri ile bir de fotoğraf çektik.

Doğrusu sizler bu yazıyı okuduğunuzda ölüm oruçlarına-açlık grevlerine ölümlerini göze alarak yatan tutsakların altmışıncı günü olacak. Ben bu yazıyı 9 Kasım Cuma günü öğlen saatlerinde yazıyorum. Diliyor ve umuyorum ki; iki gün içinde bir umut yeşerir. Vicdan konuşur, sözün, kelamın anlamını gerçekten yitirdiği, saatlerin kıymetinin asır değerinde olduğu bu aşamada.

Orada birileri sahiden ölmeye yatmışlar ve “sesimizi, direnişimizi duyun” diyorlar.

Bilmem bu ülkenin karar vericilerinin haberleri var mı?

Yirmi yıl evvel, doksanlı yılların başında Üskif Qedo’nun vicdanı, bugün topyekün olarak Kürt halkının ruhunda bedeninde kitleselleşti. Vicdan ve onur sahibi Türk entelektüelleri de bu sese kulak veriyor.

O zindanlardan illa ki tutsak ölüleri mi çıkmalı!

O ZAMAN ÇOK GEÇ OLACAK, BİLMEM ANLATABİLİYOR MUYUM…

* Didem Madak'ın Ah'lar Ağacı (Metis) şiir kitabından