Geçen yıl 24 Aralık’ta, bir trafik kazası yaşandı.

Geçen yıl 24 Aralık’ta, bir trafik kazası yaşandı. Kostümcü Tülay Ergeldi ile asistanı Zehra Sezgin, gece yarısında bir dizinin setinden dönerken yaşamlarını yitirdiler.
İnsanlar o dizide Tülay ve Zehra’nın son kez hazırladıkları kostümleri, son kez olduğunu bilmeden, kostümlerin farkına bile varmadan, izlediler.
Televizyonun popüler kültür üretiminin baş aktörü olmasına ilişkin sayısız söz söylendi, ben de söyledim.
Televizyon, doymak bilmez bir kare ağız. Hem de iki taraflı bir ağız. Önde bir ağız; gösterdiği kurgusal dünya ile ‘gerçek’ dünyada yaşayanların beynini dümdüz ediyor. Bir de izleyicilerin görmediği öteki kocaman kare ağzı var. Doymak bilmez bir haldedir. Ona sürekli ‘mal’ sunmak gerekiyor. Film endüstrisinin emekçileri 18 saat, 24 saat, hatta 72 saat durmadan çalışmak zorunda kalıyor. Özellikle diziler için böyle bir çalışma süresi olağan hale gelmiş durumda.
Tülay ve Zehra, böylesi korkunç çalışma koşulları arasında yitip gittiler.
Dizilerin bölümleri çoğunlukla 90 dakika olarak çekildiği için, her hafta yaşanan ‘çılgın’ yarışta aslolan ‘malı’ kare ağza yetiştirmek.
90 dakika, kanallar ve reklam verenler için çok uygun. Çünkü bu uzunluktaki tek bölüme, RTÜK Yasası uyarınca, dört reklam kuşağı girebiliyor. Reklamlar, özetler derken, tüm akşam kapatılıyor. Reklam alındıktan sonra gerisi önemli değil.
Uzun bölümler, yönetmeninden sert işçisine, herkesin derdi. Senaryo Yazarları Derneği (SENDER), bu derdi ‘dert’ etti. Sorun birkaç yıl önce de tartışılmış, sonra soğumaya bırakılmıştı. Şimdi yeniden başlanıyor.
Dizilerin süresi Amerika’da 40 dakika civarında. Avrupa’da reklamlarla birlikte 60 dakika. Ülkemizde senaryo yazarları, her hafta 90 dakikalık bölümler yazmak zorunda. 90 dakika, sinema filmi için geçerli ortalama bir süredir. Ülkemizin senaryo yazarları her hafta bir sinema filmi senaryosu ‘yetiştiriyor’.
Bu konuda ilginç bir saptama; “Orta sınıf genişledikçe ve/veya sanayileştikçe, tıpkı teknik ressamlar, teknisyenler, mühendisler, muhasebeciler, öğretmenler, hemşireler ve medya çalışanlarına olduğu gibi, becerileri ve bilgileri daha yaygınlaşıp yerine yenisi konulabilir hale geldikçe veya o beceriler yeni teknolojilerde yer bulmaya başlayınca değer kaybettikleri bir tür enflasyona uğrar. Örneğin kişisel bilgisayarların gelişimi senaryo yazarlarının üretkenliğini çok büyük oranda arttırdığında, bunun sonucu aynı miktar ürün üretmek için daha az çalışmaları değil, bu zamana kadar üretilenden daha çok ürün üretmek için daha çok çalışmaları oldu." (Mike Wayne, Marksizm ve Medya Araştırmaları, Yordam  Kitap. Çev. Barış Cezar)
Senaryo yazarı Anayasada yer alan “Angarya yasağına” karşın, ağır bir angarya altında.  Diğer çalışanlar da aynı angarya koşullarındadır. Hüseyin Kuzu üstadıma bir set işçisi rica etmiş; “Hocam çok soğuk, üşüyoruz. Ne olur daha az dış sahne yaz!”
Deliler gibi çalışmak zorunda kalan senaryo yazarı, hukuksal açıdan da tartışmalı bir konumdadır. Senaryolar, yanlış sözler barındırıyor. Örneğin bir dizide “Mahkeme temyiz süresini uzatmış” deniyor. Dizilerde, Türk hukuku değil, rahmetli Bülent Oran’ın deyişiyle “Yeşilçam hukuku” geçerli! Çünkü danışman filan hak getire.
90 dakikalık diziler aslında kaç saatlik bir emek ürünüdür? Kaç hayat sığar bu süreye?
SENDER, zor bir işin altına giriyor. Bakalım bu iri kara kaya, paranın o yüksek tepesine itilebilecek mi? Herkes sahip çıkarsa,  belki...
Haftanın dizesi; “Benim televizyonum tek kişilik” ( Hüseyin Peker, İnsan Arkadaşınındır, YKY)