Yağmur Duası!

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun çağrısı ve “öne düşmesiyle” başlayan yürüyüş devam ediyor. Bir tür sivil itaatsizlik biçimini alan eylem, AKP iktidarından rahatsız kesimlerde dikkate değer bir heyecan yarattı.

Heyecana bazı kaygılar ve sorular da eşlik etmiyor değil! Temel kaygılardan biri eylemin nereye bağlanacağı ve ne tür sonuçlar yaratacağına yönelik. Gelinen noktada bir yandan İstanbul’daki finale milyonların katılımı başarının ön şartı olarak görülüyor. Diğer yandaysa, AKP iktidarına bu eylemin geri adım(lar) attırıp attırmayacağı sorgulanıyor.

Bu kaygı ve sorular önemli olmakla birlikte, temel bir meseleyi kaçırıyor olabilir miyiz? Sosyolog ve antropologların anlattığı bir hikâye vardır; uzun kuraklığın sonunda çaresizlik ve tükenme noktasına gelen kabile, en son çare olarak bütün üyeleriyle yağmur duasına çıkar. Ritüelleri ve kuralları olan bu kutsal etkinlik, kabilenin reisi ve önde gelenleri başta olmak üzere, kabilenin tanrıya verdiği toplu bir dilekçeye dönüşür.

Uzmanlar bu dilekçenin nadiren kabul edildiğini söyledikten sonra temel bir noktaya dikkat çekerler. Yağmur yağmaz ama tüm kabilenin katıldığı bu etkinlik kriz ortamında beklenmedik başka bir sonuca yol açar; yağmur duası sayesinde kabile üyeleri arasındaki dayanışma ve birlik duygusu en üst düzeye çıkmıştır.

Yeniden yürüyüş konusuna dönersek, yapılan eylemin AKP iktidarına geri adım attırıp attırmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak yürüyüşün hali hazırda bazı önemli değişimleri gündeme getirdiğini “sahada” gözleniyor. Uzun süredir, başta CHP olmak üzere AKP karşıtı cephenin bu derece heyecan duyduğunu görmemiştim. Dahası yapılan eylem başta Kılıçdaroğlu olmak üzere parti yönetimi, milletvekilleri ile parti tabanı arasındaki mesafeyi oldukça “kısaltmış” görünüyor. Dahası daha düne kadar CHP’den hoşnutsuz örgütlü örgütsüz birçok kesim yürüyüşe katılarak, parçası haline geliyor. Herkes aynı yolu yürüyor ve aynı mekânı paylaşıyor. Kısaca herkes siyaset yapıyor.

Tam da bu noktada bu kez bir siyaset bilimciye, Hannah Arendt’e dönmekte yarar var. Sivil itaatsizlik konusunda önemli başvuru kaynaklarından biri olan Arendt, toplum açısından siyasetin “oy vermeyle” sınırlanmasını ve siyasi etkinliğin profesyonel siyasetçilere bırakılmasını şiddetle eleştirir. Bu durum modern çağda, bireyleri bir araya getiren ve siyaseti mümkün kılan kamusal alanın ortadan kalkmasıyla yakından ilgilidir. Çünkü katılımcı siyaseti mümkün kılan etkin bir kamusal alanın varlığıdır.

Sivil itaatsizlik niteliğindeki eylemler, rolü oy vermeyle sınırlandırılmış ve kamusal alanı elinden alınmış yurttaşlar için, kaybolan kamusal alanı yeniden açtığı ölçüde, yeniden siyasetin aktif aktörü olma ve siyaset yapma olanağını sağlar. Esasında bu tür eylemlerde toplumu heyecanlandıran da budur. Beliren yeni eylem alanı temsil edenle edilen arasındaki ayrımı, herkesi eylemci yaptığı ve aynı ortamı paylaştırdığı ölçüde, ortadan kaldırır. Siyaset vatandaş için aktif hale geldiği ve heyecan duyduğu kamusal bir etkinliğe dönüşür. Artık “ulus içinde bir başka ulus, hükümet içinde başka bir hükümet vardır.”

CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüşün en özgün yanı budur; toplumun duyduğu heyecanın gerisinde, uzun süredir kendilerine kapanan kamusal alanın tekrar açılmaya ve kendisini siyasi bir aktör olarak görmeye başlaması vardır.

O zaman, bu eylem iktidar cephesinde geri adımlar atılmasını sağlar mı sorusundan önce sorulması gereken soru şudur; siyasetçinin kendisine ait alanın kapanması sonucunda, sivil itaatsizlik niteliğinde bir yürüyüşü başlatarak açtığı kamusal alan, yürüyüş bittiği noktada ne olacak? Diğer bir anlatımla, geniş halk kitlelerine uzun bir süreden sonra, siyasi aktör olma heyecanını yaşatan bu açılımın sonunda siyasetin tekrar içe kapanması nasıl önlenecek?

Kuşkusuz bu yürüyüş bir yağmur dilekçesi değil. Ama şu da bir gerçek ki, ne kadar kaygılandırırsa kaygılandırsın, eylem tek başına iktidara geri adım attırmayacak. Gelinen noktada asıl önemli olan “yollara düşen” muhalefetin, yarattığı kamusal alanın kapanmasına izin vermemesi ve genişletmesidir.

Bu sağlandığı oranda, Arendt’in öne sürdüğü gibi “ulus içinde yeni bir ulus, hükümetin içinde yeni bir hükümet” yaratmanın olanakları belirecektir.

Var olmayan bir alana yağmurun yağmasını beklemek gerçekçi değildir. Şimdi muhalefetin elinde yeni bir kamusallık ve kamusal alan yaratma şansı var. O alan bir kez yaratılsın ve yaşatılsın, siz o zaman görün yağmurun güzelliğini.