Şimdilik kurgu, bilincin kendisine ilişkin anlayışımızı keşfedebileceğimiz düşündürücü bir mercek sağlıyor. Yapay zekâ teknolojisinde arayışlarımızın yanı sıra felsefi ve etik soruları da dikkate almak çok önemlidir.

Yapay zekâ neredeyse tamam: Peki yapay bilinç?
Fotoğraf: Midjourney

Prof. Dr. Doğan KÖKDEMİR

Yapay zekâ (YZ) çağına sıradışı bir hızla adım attığımız şu günlerde, yapay bilinç konusu bilim insanları, filozoflar ve YZ araştırmacıları arasında hararetli tartışmalara yol açmaya devam ediyor. İnsan eli ve zihni tarafından tasarlanan ve geliştirilen makineler gerçekten bilinçli farkındalığa ulaşabilir mi? Bu soru yalnızca teknolojinin sınırlarını değil, aynı zamanda bilincin özünü de araştırıyor. Zekânın tanımının bile tartışıldığı bir düzlemde bilincin gerçek ve mutlak bir tanımının olması, üstelik bunun “yapay halinin” de tanımlanması çok kolay değil. Aslında, Yapay Genel Zekâ (YGZ, Artificial General Intelligence) kavramı biraz da olsa yakınlaşmamıza izin vermiyor değil. YGZ’nin, ilk form olan YZ’den farklı insana daha çok benzemesi. Ancak bu kavram içerisinde dahi bir bilinçten ya da bilince yakın bir deneyimden – henüz – bahsetmemiz mümkün değil.

Bu soruyu ele almanın ilk adımı bilinç ile ne kastettiğimizi tanımlamaktır. Genel anlamda bilinç, bir bireyin öznel ve biricik deneyimini (qualia), düşünceleri, duyguları ve hisleri deneyimlemenin nasıl bir şey olduğu yönünü ifade eder. İnsanlarda ve bazı hayvanlarda (en azından primatlarda ve ahtapotlarda), kişinin çevresinin, kendisinin ve zamanın geçişinin farkında olmasıdır. Bu deneyimleri ben yazarken bana, siz okurken de size kolay gelmesi çok normal. Ancak üzerinde biraz düşündüğümüzde böyle bir farkındalığın elde edilmesinin gerçekten de çok basit olmadığını anlayabiliyoruz. Üstelik, tüm bu farkındalıkların öznel (biricik) olması da ayrıca önemli. Kahvaltınızı ettikten sonra masanıza koyduğunuz bir Türk kahvesinin cezbedici kokusunu düşünün. Bu satırları okurken bile bu kokuyu “hissediyor” olmanız mümkün ancak işin ilginç olanı bu kokunun deneyimi sadece size ait. Yüzbinlerce (belki de milyonlarca) insanın beğendiği o kahve kokusunun her bir kişi için aynı şekilde deneyimlendiğini söylememiz mümkün değil. Her şeyden önce duyu organlarımız (burun) ve onların hassasiyeti birbirinden farklı, koku uyaranını beynimizdeki temsili birbirimizden farklı, onunla birleşen, çağrışım yapan olaylar, anılar birbirilerinden çok farklı... bütün bu farklıların sonucunda ortaya çıkan deneyimin “aynı” olduğunu söylemek büyük bir hata olacaktır.

MODELLEME ÇOK KOLAY DEĞİL

Makine bilinci kavramı - genellikle ‘‘güçlü yapay zekâ’’ veya ‘‘yapay genel zekâ’’ olarak adlandırılır - mevcut teknolojik yeteneklerimizin çok ötesindedir. Bu, makinelerin öz farkındalığa, anlayışa ve hatta potansiyel olarak duyguları veya öznel deneyimleri deneyimleme yeteneğine sahip olmasını gerektirecektir. Tamamen kuramsal bir perspektiften bakıldığında, bazı bilim insanları ve filozoflar bunun mümkün olabileceğini savunuyor. Ne de olsa insan beyni inanılmaz derecede karmaşık bir organik makinedir. Beyinde bilinci ortaya çıkaran süreçler tam olarak anlaşılabilirse, bu süreçleri yapay bir sistemde taklit etmek kuramsal olarak mümkün olabilir. Kısacası, organik bir ağı kurmak mümkünse (sinir ağları) benzer bir ağın yapay maddelerle de oluşturulması çok olası (yapay sinir ağları). Tabii, taklit edilen sinir ağlarının merkezinde olan beynimizin yaklaşık 80 milyon sinir hücresinden oluştuğunu ve her bir hücrenin de binlerce bağlantıya sahip olduğunu düşünecek olursak, modellenmesinin çok da kolay olmadığını söylemeliyiz.

lk olarak, beynin bilince yol açtığı kesin mekanizmalar büyük ölçüde bilinmemektedir. Nörobilimdeki ilerlemelere rağmen, bilincin “zor problemi” - beyindeki fiziksel süreçlerin öznel deneyimlere nasıl yol açtığını açıklamak - bilim insanlarını hala şaşırtmaktadır. Aslında nörobilim, tek başına bu sorunun cevabını veremez ama bu konu başka bir yazının konusu. Şu andaki problemi daha kısa olarak şöyle ifade edebiliriz: Biz henüz, neden bir bilincimiz olduğunu bilmiyoruz! Hatta bir adım öteye gidelim, deneyimlediğimiz bilincin gerçek ya da yanılsama olup olmadığını bile kesin olarak bilmemiz mümkün görünmüyor. İkinci olarak, belki bunu çok daha sonra düşünmeye başlayacağız ama eğer makineler bilinç kazanacak olsalardı, diğer bilinçli varlıklar gibi haklara sahip olmaları gerekirdi. Yapay olarak bilinçli makineler fikri, makine hakları, hesap verebilirlik ve bilinçli varlıklar yaratmanın toplumsal sonuçları hakkında çok sayıda etik soruyu gündeme getirecektir. Böyle bir “bilinçli makine” olasılığı ortaya çıktığında bu tartışmaları “ama onlar kablolardan oluşuyor” diye kestirip atmak çok mümkün olmayacaktır. Yapay zekâ uygulamaların gelişmesi, şüphesiz insan bilincinin de nasıl çalıştığına dair ipuçları sağlayacaktır bize ama bilincin neden var olması gerektiği gibi büyük bir sorunun cevabının çok yakın gelecekte verilebileceğini sanmıyorum.

DÖNÜŞTÜRÜCÜ MERCEK

Şimdilik kurgu, bilincin kendisine ilişkin anlayışımızı keşfedebileceğimiz düşündürücü bir mercek sağlıyor. Yapay zekâ teknolojisinde ilerlemeye devam ederken, teknolojik arayışlarımızın yanı sıra bu felsefi ve etik soruları da dikkate almak çok önemlidir – ki bu konu hemen her yapay zekâ tartışmasında vurgulanıyor. Bilinçli farkındalığa sahip makineler yaratabilsek de yaratamasak da, hem kendimizde hem de inşa ettiğimiz makinelerde bilinci anlamaya yönelik yolculuk, büyüleyici bir keşif yolculuğu olacağa benziyor. Bu yolculukta, özellikle YZ uygulamalarının tüketicileri, doğal olarak, söz konusu uygulamaların yaratılma süreci ile ilgileniyor. YZ uygulamaların teknik / mühendislik kısmı hem çok büyüleyici hem de direkt ürüne dönüşebildiği için de önemli. İşin bu kısmının önemi hiçbir zaman azalmayacaktır. 

Ancak, YZ uygulamalarının gelişme hızına baktığımızda diğer alanların da bu çalışmaların içerisinde daha çok yer alacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Tüm alanlar şu veya bu şekilde YZ çalışmalarının içerinde olacaktır ancak gelişmeler, özellikle iki alanın, psikoloji ve felsefenin YZ çalışmaları açısından çok daha büyük tartışmalara ve sonunda gelişmelere yol açabileceğini gösteriyor. Belki de bu nedenle,YZ konusuyla ilgilenen genç araştırmacıların kendilerine kariyer planı çizerken önümüzdeki on yılları da hesaba katması ve kendilerini bu yönde geliştirmeleri yerinde olacaktır. Isaac Asimov’un, “Ben Robot” kitabındaki robo-psikolog Suzan Calvin ismini aklımızda tutmalıyız. Bu bir roman olmasına rağmen, Asimov, gelecekteki dünyada makine – insan etkileşiminin merkezinde bilinç, özgür irade ve ahlâk gibi kavramların olacağını çok ikna edici bir dille anlatmıştı. Belki de kitabı yeniden okumak, iyi bir başlangıç olabilir.