Avrupa Birliği Komisyonu’nun dün yayınladığı ve Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi sorunlar olduğunu belirttiği şaşırtıcı olmayan raporun dumanı tüterken, aynı gün Türkiye’de bu geri gidişe dair el yükselten bir olay yaşandı. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, TİP Milletvekili Can Atalay’ın hak ihlali gerekçesiyle tahliyesine hükmeden Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında yetki sınırlarını aştıklarını iddia ederek suç duyurusunda bulundu. Türkiye’de yasama, yürütme ve yargı arasında etkili bir kuvvetler ayrılığı bulunmadığına dikkat çeken AB raporunun yayınlandığı gün gündemi sallayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımamakla beraber, Atalay hakkında hak ihlali kararı veren üyelerine yönelttiği suçlamalar, hukuk devleti adına durumun vahametini apaçık ortaya serdi.

***

Gezi Parkı davası iktidar için öyle ikonik bir dava ki, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan Osman Kavala hakkında “derhal serbest bırakılmalıdır” diyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararı uygulamayarak Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde oy hakkını kaybetmeye varan yaptırımların önünü açmaktan çekinilmiyor. Can Atalay, hukuki bir engel olmadığı için milletvekili adayı olabildi, seçime girdi ve Hatay halkı tarafından kendilerini temsilen meclise gönderildi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi Atalay’ın cezasını milletvekili seçildikten sonra yani siyasi dokunulmazlığını aldıktan sonra onadı. Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararı buna işaret ediyor. Bu durumda Atalay’ın yargılanmasına vekilliği süresince ara verilmesi gerekiyor. Özetle mahkeme ne Atalay’ın suçlu olup olduğuyla ilgileniyor ne de davayı ortadan kaldırıyor.

***

Gezi eylemleriyle ilgili açılan ilk dava 2015 yılında beraatla sonuçlanmıştı. 2019’da ‘FETÖ soruşturmaları’ sebebiyle görevden alınan ve kaçak durumunda olan savcı Muammer Akkaş tarafından hazırlanan ikinci iddianame ile yeni bir yargı süreci başladı. 2020 yılında gelen beraat kararı 2021 yılında yeniden bozuldu. Son olarak bu yılın eylül ayında Yargıtay 3. Ceza Dairesi Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Mine Özerden’in “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış hapis cezalarını onadı. Bir beraat bir tutuklama, bir beraat bir tutuklama şeklinde süren davaya ilişkin Bahçeli, “yargıya saygı duyulmalıdır” demişti. Erdoğan’ın yorumu ise memnuniyetini gösteriyordu: “Yargımız kararını verdi. Kusura bakmasınlar bu ülkede hukuk var.”

***

AİHM kararlarının göz ardı edilme gerekçesinin ardında, AKP-MHP iktidarının Gezi eylemlerini dış güç destekli bir kalkışma olarak tarif etmesinin de bir kolaylığı var. Ülkenin idaresini hedef aldığı söylenen dış güçlerin yargı kararları neden düşmanlaştırılmasın ki? Erdoğan, her ne kadar birkaç kez kendi de başvurmuş olsa da “bizim mahkeme kararlarımızı tanımayanı biz de tanımayız” diyerek Kavala kararıyla ilgili AİHM’i eleştirmişti. Devlet Bahçeli de Demirtaş ile ilgili kararından sonra AİHM için, “tanımıyoruz, takmıyoruz” demişti. Dedikleri gibi oldu. AİHM kararları uygulanmadı. Bu, uluslararası mahkemeyi takmama ve tanımama tavrı ulusal mahkemeleri suçlama ve hatta kurumsal varlığını tartışmaya açmakla paralel ilerledi. Ne de olsa bonkörce ve rahatlıkla dile getirilen ‘milli ve yerli olan-olmayan’ tarifesi her zaman kullanıma açık.

***

Seçim öncesi, HDP’nin hazine yardımının bloke edilmesi kararını kaldıran Anayasa Mahkemesi için Bahçeli “AYM, Türk milletinin mahkemesi değildir. Teröristlere hazine yardımını açan melanet olarak algılıyoruz” diyerek hem ülkenin en yüksek yargı kurumunu hem de seçime girme hakkı olan ve milyonlarca yurttaşın oy verdiği bir siyasi partiyi hedef almıştı. Öncesi de vardı. Yargıtay’a HDP’yi kapatma çağrısı yapan Bahçeli AYM’nin kapatmaya dair iddianameyi iade etmesi üzerine yüksek mahkemenin de HDP ile birlikte kapatılması gerektiğini söylemişti.

***

Bahçeli’nin “adı yüksek aidiyeti ve ahlakı düşük” sözleriyle ağır şekilde eleştirdiği AYM’ye yönelik zincirleme tepkileri seçimden sonra da sürdü. AYM’nin, Yargıtay’ın HDP’nin hazine yardımının bloke edilmesi talebini “yasada Yargıtay’a bu konuda yetki veren düzenleme yok” diyerek reddetmesi üzerine Bahçeli AYM başkan ve üyelerinin söylediklerini kale almamasından yakınarak AYM’ye yeni bir şekil verilmesi gerektiğini söyledi. Bu şeklin tarifi, milli düşünceye sahip, vatanını seven bir anlayışla faaliyet yürütecek bir mahkemeydi. İki yıl önce MHP tarafından açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümünde yeni anayasa” önerisinde AYM, yüksek mahkeme statüsünden çıkarılıp özel bir statüde düzenleniyor ve “Yüce Divan” adıyla yeni bir yapı oluşturulması fikri yer alıyordu.

***

Üzerinden bir ay bile geçmedi, Bahçeli, HDP’nin kapatılmasıyla ilgili iddianameyi bekleterek Yeşil Sol Parti adıyla seçimlere girebilmesinin ve yoluna HEDEP olarak devam etmesinin sorumlusu olarak gördüğü AYM’ye dava açacaklarını söylemişti. Dün Türkiye yargı tarihinde bir ilk yaşandı. Yargıtay, Can Atalay’ın tahliye edilmesi gerektiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi’nin kararını kabul etmedi ve hak ihlali yönünde oy kullanan üyeleri hakkında suç duyurunda bulundu. AYM’nin yapısının değiştirilmesi üzerine düşünceler, beğenilmeyen kararlarının ağır dille eleştirilmesi, kapatılması gerekliliği yönünde beyanlarda bulunmak, Yargıtay ve AYM birbirlerinin rakibiymiş gibi estirilen hava ve geldiğimiz noktada Yargıtay’ın milli, Anayasa Mahkemesi’nin gayri milli olduğuna dair imalar eşliğinde başlatılan tartışma. Bir süredir yuvarlanarak üzerimize gelen çığa bakıyorduk hepimiz. Gürültüyle yaklaşan şey sürpriz sayılmaz.