6 Şubat’taki depremde Adıyaman’da yıkılan İsias Otel ile ilgili dava görülmeye başlandı. Aralarında tur rehberleri ve Mağusa Türk Marif Koleji ortaokul voleybol takımı oyuncuları, veliler ve öğretmenlerin bulunduğu 72 kişi hayatını kaybetti. Davayı takip etmek üzere Kıbrıs’tan Adıyaman’a gelen aileler, yaklaşık bir yıldır sosyal medya üzerinden yaptıkları adalet çağrısıyla, konuyu Türkiye gündeminde görünür kılmaya çalışıyor. Zira, sorumluları ülkelerindeki hukuk sistemi içinde yargılama olanakları yok. Türkiye mahkemelerinden çıkacak karar hem kendileri için hayati önemde hem de buradaki bütün depremzedeler için emsal niteliğinde. Adaleti her şeyin üzerinde konumlandıran şey işte tam da bu hepimizin ona güvenme ve inanma mecburiyeti. Aksi, barış içinde bir yaşamı da imkânsız kılıyor.  

***

Bilirkişi raporlarına göre, otelin yapımında dere çakılı ve kum kullanıldı. Beton kalitesi bariz şekilde düşük. Demir kalınlığı standardın çok altında. Zemin etüdü yapılmamış. Bina ilk olarak 1991’de konut olarak projelendirilmiş, daha sonra ruhsat çıkartılarak otele çevrilmiş. Dokuz kat olarak inşa edilmiş olsa da 2016 yılında ruhsat alınmadan bir kat daha eklenmiş. 2018’de yürürlüğe giren imar affı ile de bu kaçak kat ‘affedilmiş’.  

***

Adıyaman’ın, deprem kuşağında yer aldığı biliniyor. Buna rağmen İsias’ın apartmandan otele dönüşmesi sürecindeki çeşitli usulsüzlükler ya görmezden gelinmiş ya da sonradan ruhsatlandırılmış. İddianame, bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet verme üzerinden düzenlendi. Ceza hukukunda bunun anlamı, yaşanacakların öngörülmesine rağmen istenmeyen neticenin gerçekleşmeyeceği inancıyla hareket etmek, önlenebileceğini düşünmek demek.  

*** 

Türkiye, bir deprem ülkesi. Dolayısıyla her yapının bu açık gerçeğe göre inşa edilmesi gerekir. Düşük kalite malzeme kullanmak, kaçak kat çıkıp binaya taşıyamayacağı ek yük bindirmek, proje ve ruhsat bilgileri arasındaki uyuşmazlığı dikkate almamak yaşanacakları öngörmekten öte kabullenmek anlamına geliyor. Aileler ve avukatları, otelin yapım aşamasından bürokratik süreçlerine kadar her adımda tekrar eden bu usulsüz uygulamalar nedeniyle sanıkların yasadaki olası kast hükmünden yargılanıp cezalandırılmasını talep ediyor.  

*** 

Voleybol turnuvası için Türkiye’ye yolladıkları çocuklarına, otel enkazını elleriyle kazarak ulaşmaya çalışan aileler henüz yaslarını tutamadan zorlu bir adalet mücadelesine giriştiler. Seslerini bir gün olsun düşürmüyorlar. Bunun en büyük sebebinin, yıllardır uzaktan da olsa takip ettikleri Türkiye’deki cezasızlık kültürü olmadığını kim söyleyebilir? Bu ülkede yüzlerce maden işçisi, iş güvenliği sağlanmadığı için öldüğünde ‘fıtrat’ denmedi mi? İnsanlar depremde, çürük binaların altında kalıp öldüğünde, taşan dere yataklarında sele kapıldığında, alt yapısı sorunlu kentlerde bir minibüsün içinde kilitli kalıp boğulduğunda yetkililerin yaptığı ‘doğal afet’ savunmalarını izlemediler mi? Türkiye’de rant uğruna ne canların feda edildiğini bilmiyorlar mı? Davaların siyasi sorumlulara uzanmayıp üç beş müteahhit ve teknik elemanla sınırlı kaldığını, onların da üç beş yıl sonra serbest bırakıldığını görmediler mi?  

***  

Kum dağına dönen İsias Otel’in sahibi Ahmet Bozkurt mahkemedeki ifadesinde, hakkındaki suçlamaların hiçbirini kabul etmedi. Otelinde usulsüzlük olmadığını, dolayısıyla pişmanlık duymadığını, tek suçlunun deprem olduğunu söyledi. 72 kişinin ölümünde ne mühendislerin ne mimarların ne kendi suçu vardı, ona göre binası bilirkişi raporlarında belirtildiği gibi çürük olduğu için değil deprem çok şiddetli olduğu için yıkılmıştı. Kader yani. Bozkurt’un, suçu depreme atma cüretinin altında ülkedeki cezasızlık geleneğine ve ‘büyüklerine’ duyduğu güven yatıyor. O adalete güveniyorum, diyor, Kıbrıslı aileler ise güvenmek istiyor. İşte aradaki bu fark acıyı da isyanı da daim kılıyor.