IMF projeksiyonunda Türkiye gibi ülkeler için 5,9’luk enflasyon öngörülüyordu. Rakamlar bizdeki enflasyon sorununun izlenen yanlış ekonomi politikalarının sonucu olduğunu gösteriyor.

Yurtta enflasyon cihanda enflasyon

Bu hafta ocak ayı enflasyonu açıklanacak. Eğer Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) başkanının bir hafta sonu operasyonuyla bir kez daha değiştirilmesi radikal bir sapma ile sonuçlanmaz ise, aylık enflasyon üst üste ikinci defa yüzde 10’u geçmiş olacak. Geçen hafta yayımlanan Enflasyon Raporu’nda bile mayıs ayında tüketici enflasyonunun yüzde 55’e dayanması, sonra hızla inişe geçmesi öngörülüyor. Yani yılbaşında sağlanan ücret artışlarının kısa sürede enflasyona yenik düşmesi tehlikesi baş gösteriyor.


TÜRKİYE ENFLASYONDA DÜNYADAN AYRIŞTI

Enflasyon dünya ekonomisinde de tartışma gündeminin baş köşesine oturdu. IMF’nin geçen hafta dolaşıma giren Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda fosil yakıt fiyatlarının ikiye katlanması sonucu enerji maliyetlerinin yükselmesi, aynı şekilde gıda fiyatlarındaki hızlı artış, özellikle limanlardaki yığılma ve kara taşımacılığı kapasitesinin sıçrayan mal talebini karşılayamaması ile kendini hissettiren tedarik zincirlerindeki aksamalar, küresel enflasyonun yükselişinin nedenleri olarak sıralanıyor.

IMF’nin projeksiyonları 2022’de gelişmiş ülkeler için yüzde 3,9, Türkiye’nin aralarında bulunduğu “yükselen ve gelişen ülkeler” için yüzde 5,9’luk bir enflasyon öngörüyor. Bu rakamlar bizdeki enflasyon, sorununun küresel yansımasının ötesinde izlenen yanlış ekonomi politikalarının sonucu olduğunu açıkça gösteriyor.

Rapordaki analizde, Türkiye ile aynı kategorideki ülkelerde enerji fiyatları ve tedarik zincirindeki sorunların enflasyonu yukarı çektiği, döviz kuru gelişmeleri ve gıda fiyatlarının ise aşağı yönlü etki yaptığı görülüyor. Çünkü bu ülkeler ABD’deki bir faiz artışı beklentisine karşı erken davranarak parasal sıkılaştırmaya gittiler. Faiz artışları sonucu ortalama olarak reel kurları güçlendi. Diğer bir deyişle, yerel paralarının değer kaybı, gelişmiş ülkeler enflasyon farkının gerisinde kaldı. Türkiye ise tam aksine inatla faiz indirerek döviz kurunu sıçrattı. Böylelikle enflasyona davetiye çıkardı.

İŞİN ÖZÜ SINIF MÜCADELESİ

İsterseniz bu noktadan sonra dünyadaki enflasyon tartışmalarına odaklanalım. ABD’de 2021 enflasyonu son 40 yılın en yüksek düzeyine ulaşarak yüzde 7 oldu. Amerikan Merkez Bankası FED enflasyonun “geçici” olduğu tezinden vazgeçerek tahvil alımlarını sonlandırmaya karar verdi. İlk faiz artışını da martta gerçekleştirmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Özellikle burjuva yayın organlarında ücretlerdeki artış öne çıkarılıyor. Ücret zamları enflasyonun başlıca nedeni olarak sunuluyor. Hâlbuki ABD’deki istihdam maliyeti endeksine göre, 2021’in son çeyreğinde ücretler yüzde 1’lik artış gösterdi. Temmuz-eylül arasındaki 3’üncü çeyrekte ise yüzde 1,3’lük bir sıçrama görülmüştü. Böylelikle yıllık ücret zamları %4’e ulaştı. Açıkça görüldüğü gibi ücretler geçmiş yıllara göre bir kıpırdanma içindeyse de, hâlâ yüzde 7 manşet enflasyonun altında. Projeksiyonlarda öngörüldüğü gibi, enflasyon yıl içerisinde yüzde 3-4 aralığına çekilse bile emek kesiminin belirgin bir reel gelir artışından söz edilemeyecek.

Jacobin Mag’de yayımlanan yazısında Hadas Thier enflasyon konusuna sosyalistlerin nasıl yaklaşması gerektiği üzerinde duruyor. Özetle konunun sınıfsal bir mesele olduğunun, emekle-sermaye arasındaki mücadelenin yansıması şeklinde okunması gerektiğinin altını çiziyor. Solun bir yandan daha yüksek ücretler ve sosyal harcamalardaki artışları talep ederken diğer yandan belli kalemlerde fiyat kontrolü uygulamalarını desteklemesi gerektiğini söylüyor.
Their’e göre, sağlık, konut, yüksek öğrenim masrafları on yıllardır ücretlerin ötesinde artış gösteriyordu. Son dönemlerde iklim değişikliğinin mahsulü olumsuz etkilemesi sonucu küresel gıda fiyatları da şaha kalktı. Bu maliyetleri indirmek için solun sağlık sisteminin kamulaştırılması, konutlara ehven fiyatlarla erişim için yatırımlara hız verilmesi, öğrenci borçlarına af ve karbonsuzlaştırma taleplerinin yükseltilmesi gerekiyor.

Milton Friedman’ın işsizliğin “doğal oran” diye adlandırdığı belli düzeyin altına düşmesiyle, işgücünün pazarlık gücünün artacağı, böylece enflasyonun kalkışa geçeceği tezi yeniden gündemde. Thier bunun Karl Marx’ın “yedek işçi ordusu” analiziyle aslında uyumlu olduğunu, kapitalizmin hep el altında işsiz bir kitleyi tutmaya çalıştığını ifade ediyor. 70’lerde işçi sınıfının güçlü konumuyla, yüksek enflasyonu aşan ücret artışları elde edilebildiğini, sonraki dönemlerde enflasyon düşse de, ücretlerin o düzeyde dahi artmaması nedeniyle emekçilerin satın alma güçlerinin gerilediğini hatırlatıyor. O nedenle işin özünün sermayenin kâr payının azalıp, emeğin ücret payının artışına ilişkin bir sınıf mücadelesi olduğunu unutmamak gereğini vurguluyor (What a Socialist Response to Inflation Look Like,Jacobin Mag 01.06.2022).

FİYAT KONTROLLERİ TARTIŞMASI

Enflasyon konusunda yeni bir tartışma zemini de, Çin ekonomisine ilişkin çalışmalarıyla bilinen Isabella Weber tarafından açıldı. Weber 2021’de reel sektör şirketlerinin karlarının rekor düzeye ulaştığını, aynen 2’nci Dünya Savaşı dönemindeki gibi fiyat kontrollerine başvurulması gerektiğini söylüyor. Böylelikle parasal sıkılaştırmaya ve vergilerin artırılması, harcamaların kısılmasıyla mali kemer sıkmaya başvurulmadan stratejik fiyat kontrolleri sayesinde Covid-19 döneminin yarattığı darboğazlar aşılarak enflasyonu patlamasının engelleneceğini düşünüyor (Could strategic price controls help fight inflation?, The Guardian 29 Aralık 2021).

Ana akım iktisatçılar fiyat kontrollerinin bir çözüm olmayacağını, aksine arz-talep dengesinin bozulmasıyla arzın kısılacağını, durgunluğa yol açacağını öne sürerek Weber’e sert tepki gösterdiler. Marksist iktisatçı Michael Roberts da, büyük kapitalist ekonomilerde tekelci değil oligopolistik yapıların egemen olduğunu, tek tek şirketlerin mevcut rekabet ortamında istedikleri gibi fiyat artıramayacaklarını düşünüyor. Eğer böyle olsaydı niye pandemi öncesi dönemde dizginsiz fiyat artışlarıyla enflasyona neden olmadılar sorusunu yöneltiyor. Roberts’a göre de, enflasyonun nedenleri sermaye birikiminin karlılık, yatırım ve üretim gibi hareket kanunlarıdır. Roberts, bugünkü yüksek enflasyon oranlarının geçici olduğunu, önceki çalışmalarında analiz ettiği “uzun depresyon” dönemine 2022’de üretim, yatırım ve üretkenlikte gözlenecek düşüşle dönüleceğini savunuyor. Bunun pandemi öncesi dönemden yüksek de olsa enflasyonun zayıflamaya yüz tutacağı anlamına geldiğini söylüyor (Price controls :do they work? Michael Robert`s Blog).

Bizler de bir yandan dünya solundaki bu tartışmaların uzağında kalmayalım. Bir yandan da Enflasyon Raporu’ndaki 2022 yılında beklenen yüzde 23,2 enflasyonun ancak 2 puanının işgücü maliyetlerindeki artıştan kaynaklandığı şeklindeki analizini günlük tartışmalar için aklımızdan çıkarmayalım. Zira bu bulgu, liberallerin her fırsatta dile getirdiği ücret artışlarının enflasyonun temel nedeni olduğu tezine karşı güçlü bir dayanak oluşturuyor.