Biçim ve içerik tartışması, eski bir tartışmadır. Aynı zamanda eskimemiş bir tartışmadır. Zarfın mı, yoksa mazrufun mu önemli olduğu sorusu

Biçim ve içerik tartışması, eski bir tartışmadır. Aynı zamanda eskimemiş bir tartışmadır. Zarfın mı, yoksa mazrufun mu önemli olduğu sorusu da, bu tartışma dolayımındadır.
Zarf, dıştır, bir açıdan biçime denk gelir. Mazruf ise “zarfedilen” demektir. Zarfın içindekidir. Yani içerikle eşdeğer bir anlamı vardır.
Bu soru kalem erbabına sorulduğu zaman çok okkalı yanıtlar elde edilebilir. Hani haddimiz değil ama, bize de bu soru sorulsa, öyle okkalı yanıtlar veririz ki kendimiz şaşarız.  Ancak, iş kuramsal düzlemden, uygulamaya gelince zarfı mazrufu ayırt edemediğimiz de olabiliyor.
Geçen haftaki yazımızda, ülkemiz sinemasına uygulanan, geçmişteki aptalca/ahmakça sansür örneklerini sıralamıştım... Zarf yazı, mazruf sansür örnekleriydi. Ancak, bir çeşit okumuş bencilliği ile sunulan örnekleri “açımlamaktan” ve “açınlamaktan” sayısız örneklere yer kalmadı. Örneklerin çoğu yazıda yer bulamayıp güme gitti. Oysa, sorunu anlatmak açısından, örnekleri bir “gazetecilik yaklaşımı” içinde okuyuculara sunmak yeterli olabilirdi. Somut örnekleri ille de benim soslamam gerekmiyor? Anlatma ve anlaşılma kaygısı ile yola çıkırken, fazla vesvesenin ortalığı boğduğunu bilmek gerekiyor.
Bilgi, bir iktidar aracı. Böyle olunca bilmek de iktidar ilişkisi biçimini alabiliyor. Ya da iktidara ilişkin bir iktidar uzantı. Bu uzantı, bir illegal mazruf olarak her yerde bulunuyor.
Kendi içimizdeki gizli illegal iktidar ile, siyasal iktidarın illegalitesi çarpışmaya başlıyor kimi zaman. Yenen, siyasal iktidar yine de. İllegalitesi daha güçlü ve tarihsel bağlamda da örgütlü...
Kaba saba, katı bir katman olarak karşımıza çıkan sansürde, bu kaba ve katılık bizzatihi iktidarın  kendisidir. Sansürü bir yöntem olarak uygular. Kendini gizlerken, katılığını ortaya salar. Bu süreçte iktidar katmanının sansür kısmı görünür olur. Mesele “münferit” kötü sansürcülerde değil yani. Suçlu olan, kötü görevliler, karacahil sansürcüler değil. O dönemde, başka türlüsü gerekseydi, onu da yapacak olanları bulup getirirlerdi kısacası. İşkence konusundaki evresel doğru gibi; işkeneceyi kötü polis değil, iktidar yapar. Sansür de tıpa tıp buna benzer.
Şimdi kaba ve ahmakça gelen uygulama, bir iktidar merkezinden yetki alıyordu, dedik. Bu denli organik ve somut da olsa, “İşte şu!” diye gösterilemeyen bir “illegal” organizmadır yetki kaynağı olan iktidar. Bu yönüyle iktidar hep “illegaldir”; hem de kendi illegali.
Şimdi iktidar mı değişti? Yoo. Yerini ne aldı o sansürün? Sonsuz bir özgürlük mü geldi? Yoo. İşte burada -kendimize, ekabirlik kaygısına yüklenmeyi bırakıp-  zarfı, mazrufu bir kez daha önümüze koyduğumuzda illegalitenin farkına varıyoruz.  Zarf öyle bir zarf ki, mazrufu silikleştiriyor. İktidar kendini gizliyor. Oysa sansür meselesinde, iktidar cephesinden zarf ve mazruf ikilisi hala orada ve geçerli. Gizleyen ise iktidarın illegalitesi. Gizleme, uygulama değişikliği olarak hayat buluyor. Kısacası, değişim, olumlu yönde değil, olumsuz yönde bu sansür konusunda..
Sinemadaki o eski sansür örneklerini görünce, keşke hep böyle kolay olsaydı diyesi geliyor insanın; açık, görünür... Peki şimdi neremizde bu sansür? Parçalanmış dünde, kaygılarla bölünmüş yarında gizli sansür. Geçmişi ve geleceği sömüren popüler dizilerde, sıfır zeka düzeyli, şimdiki zamanın popüler dizilerinde ve programlarında, her daim hikmet yumurtlayan sistem filozoflarında, asgari ücrette ve işsizlikte...
Zarftı, mazruftu derken, iktidarın illegalitesine yakalandık. Geçmişimizdeki sansürün“Seçkin örnekler” yine haftaya kaldı...

Haftanın Dizesi; “... Sandım ki zühre yıldızı/ Şavkı beni yaktı geçti...” (İzzet-i)