Kalabalığı ve coşkusuyla da, yeni katılanlarıyla da oldukça görkemli kutlandı 1 Mayıs… “Ekmek ve Özgürlük” diye haykıranların çoğaldığı açık; aslında bunda şaşılacak bir şey de yok. Bütün dünyada emeğin gerileyen hakları, bozulan koşulları meydanda.  Emek açısından zaten 1980 sonrasından bu yana kötüleşen koşulların, birbirini izleyen ekonomik krizlerle hep daha kötüye gittiği bilinmeyen bir şey değil.

Ancak, hep söylediğim gibi, asıl mesele geçen 1 Mayıs’tan bu yılki 1 Mayıs’a gelirken kazançların mı, kayıpların mı arttığının hesabını yapmakta. Yani emek açısından da, yapabildiklerinin ve yapamadıklarının hesabının yapılması gereken bir gün olarak düşünmek gerekiyor 1 Mayıs’ı. Yalnız bağırıp coşarak, yalnız bayraklar dalgalandırarak geçiştirilecek bir gün olmaması gerekiyor. Çünkü durumun vahameti ortada.

Tüm dünyada emek için gerileyen koşullar, kaybedilen haklar olduğu bilinmeyen bir şey değil. Kendi ülkemiz açısından da sürekli olarak verilen tavizler ve karşılaşılan kayıpları iyi bilmekteyiz. Bunların küresel gerçeklerden ayrılmayacağını da,  Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (UÇÖ) emek dünyasını gözler önüne seren “The World of Work-2012” raporu bir kez daha bize hatırlatıyor.

UÇÖ’nün, çalışma dünyasında daha ileri standartların temsilcisi olduğu, uluslararası sözleşmelerle bunları hayata geçirmeye çalıştığını düşünsek de, bugün pek gücü ve işlevinin kalmadığını biliyoruz. Emek adına hâlâ “iyi işlerden” (decent works) söz etmeye devam etmesine ediyor da, kendisinin hazırladığı raporlar bile sürekli olarak “kötüleşen” işlerden haber veriyor. Ortaya çıkan tablo da, yalnız gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ekonomilerde de artık emek adına gerileyen standartları işaret ediyor.

Uzun boylu anlatmaya gerek yok. 1980 sonrası küreselleşen piyasa ve neo-liberal politikaları içinde emek için istihdam olanakları ve kazanılmış haklar açısından kayıp anlamına gelmeye başladığı bir gerçek. Yalnız çalışma hakkı açısından değil,  sosyo-ekonmik hakların bütününde bir geriye gidiş olduğu biliniyor. Bizim gibi ülkelerde zaten pek fazla güçlenememiş sosyal politika, bugünkü koşullarda iyice “zavallılaşırken”,  bu zavallılaşmanın bütün ülkelere yayılan bulaşıcı bir hal aldığını görmemek de mümkün değil.

UÇÖ raporuna dönersek, birkaç ilginç bulgudan söz etmek istiyorum. Örneğin UÇÖ, dünyada 200 milyon işsizden söz ediyor. Bu sayının çok daha fazla olduğunu düşünsem de, şurası ilginç; 2008- 2011 arasında 50 milyon iş kaybı ortaya çıkmış. 2007’den bu yana 36 gelişmiş ekonominin 30’unda, 29 gelişmekte olan ekonominin 17’sinde istihdamda azalma var.

Yaratılan işler de pek matah değil! Gelişimiş ülkelerin dörtte üçünde part-time, yarısında ise geçici işler artıyor. Geçici çalışanların % 65’i de, başka iş bulamadıklarından geçici işte çalıştıklarını söylüyorlar.  İspanya, Portekiz, Yunanistan’da bu durumda olanlar % 80’I buluyor.

Bizim gibi ekonomik büyümeye devam eden, işsizliği kriz öncesine göre çok artmamış ya da kendini çabuk toparlamış görünen ülkelerde ise, bir yandan istihdama katılım düşüyor. (Örneğin Türkiye’de % 43 düzeyinde) Öte yandan enformel istihdam artıyor. Yani oralarda işsizlik, düşük istihdam ve çalışan yoksulların fazlalığıyla aslında “görünmez” kılınmakta; başka bir şey değil.

Küresel düzeyde istihdamın % 40 enformel istihdam olduğunu da, enformel istihdamda ortalama ücretlere göre % 40 daha az ücret ödendiğini de unutmayın.

Kısacası bütün ülkelerde emek açısından ikili, üçlü bir işgücü piyasası ve ona gore değişen çalışma koşulları var. Ve ne yazık ki, kötü çalışma koşulları iyi olanları sürekli tehdit ettiğinden verilen tavizler durmadan artıyor.

Örneğin 2008-2012 arasında 131 ülkenin 40’ı, gelişmiş ekonomilerin 35’i (% 49), 27 AB üyesinin 19’unda daimi çalışanlarla ilgili yasalarda değişiklik yapılmış. Bu değişikliklerin standartları gevşetme, korumayı azaltma yönünde olduğunu da tahmin edebilirsiniz.

Yani işgücü piyasasının ikili, üçlü yapısı yetmiyor; esnekliği veya kuralsızlığı daimi çalışanlara doğru uzatmak da gerekli hale geliyor.  IMF, Dünya Bankası ve iş dünyasının, sürekli olarak “katı” istihdam koşulları, “katı” yasalardan söz etmesi bundan. Ülke içinde taviz isterken, enformel stihdamı örnek alıyorlar ama asıl önemli olan, küresel ve ulusal düzeyde kötü olanın "model” haline gelmesi! Bugünkü durum bu!

Yasalardaki tavizlerin yetmediği, yetmeyeceği de açık. Harcamalarında, -harcama derken teşvikler değil tabi- sosyal harcamaların kısıtlanması isteniyor. UÇÖ, artan borç yükleri nedeniyle ülkelerin % 93’ünde kamu harcamaları ve tabii ki sosyal harcamalarda kesintiye gidildiğini söylüyor. Gelişmiş ülkelerin % 65’I, AB üyelerinin % 80’inde kısıtlamaya gidilmiş. Ancak ve ancak, finansal kesinti uygulayan ülkelerinn % 90’ında işsizlik hâlâ 2007’nin altına inebilmiş değil.
Bundan ne anlıyoruz? Bir, harcamalardaki kesintilere devam; iki, koruyucu standartlarla vedalaşma; üç “iyi” iş bulmanın lotoya dönmesi; dört, emek açısından ya başkaldırışı ya da bilinç ve güç anlamında emeğe elveda!
1 Mayıs’ı bir de buradan düşünmek gerekiyor. Özellikle de örgütlü emeğin görmesi gereken bu!