Dört gün önce Suriye’de bir Rus savaş uçağı düşürüldü ve uçağın pilotu cihatçılara teslim olmak yerine patlattığı el bombasıyla kendini öldürmeyi seçti. Bu sefer uçağı düşüren Türkiye olmasa da mesele yine doğrudan Türkiye’yi ilgilendiriyor; çünkü uçağa yönelik saldırı yeni-Osmanlıcı dış politikanın kollamaya devam ettiği cihatçılar tarafından ve TSK’nin kontrol noktaları oluşturmaya devam ettiği İdlib’den yapıldı. Saldırıyı önce Afrin’de TSK ile birlikte savaşan “Suriye’nin Kuvayı Milliye’si” ÖSO’ya bağlı bir grup, daha sonra ise TSK’ye İdlib’de refakat eden eski adıyla El Nusra, yeni adıyla Heyet Tahrir Şam, yani Suriye El Kaide’si üstlendi.

Uçağın düşürülmesi son bir ay içerisinde Rusya’ya yönelik en ciddi ikinci saldırı. İlk saldırı Ocak ayının başlarında gerçekleşmiş, yine “çatışmasızlık bölgesi”nden kalkan İnsansız Hava Araçları, İHA’lar, Rusya’nın Hmeynim ve Tartus’taki üslerini vurmuştu. Rus devleti tam 13 İHA’yla düzenlenen saldırının püskürtüldüğünü ve herhangi bir kayıp olmadığını iddia etse de Rus basınında ölü ve yaralıların bulunduğuna ve üslerdeki uçakların zarar gördüğüne dair haberler yayımlandı. Dahası Rus medyası, saldırıların gerisinde Türkiye ve ABD’nin olduğunu açık bir şekilde yazdı, ancak Putin saldırının hemen ertesinde hızlı bir açıklama yaparak “Saldırıyı Türkiye’nin yapmadığını biliyoruz” dedi.

Uçağın düşürülmesiyle Türkiye arasındaki bağlantıya dair Putin’den henüz bir açıklama gelmediyse de, Rus basını bir önceki saldırıda olduğu gibi yine Türkiye’yi işaret etti ve Rusya’nın alttan alan tavrını Türk Akımı anlaşmasına bağladı. Kimi Türk haber sitelerinde ise uçağın düşürülmesi sonrası Rusya’nın Türk uçaklarına Suriye hava sahasını kapattığı yönünde iddialar yer aldı. İşin ilginç yanı, uçağın düşürüldüğü günlerde, aynı bölgede başka gelişmeler yaşanıyor, TSK İdlib’deki dördüncü gözlem noktasını oluşturmak için büyük bir konvoyla Şeyh İsa Dağı’na doğru hareket ediyor, Suriye ordusu ve müttefikleri ise (İranlı ve Iraklı milisler ile Hizbullah) bu ilerleyişi durdurmak için müdahalede bulunuyorlardı.

TSK’nin konuşlandığı yer halen Nusra unsurlarının bulunduğu ve hem Şii Fua ve Keferya kasabalarına, hem stratejik önemi haiz Ebu Zuhur Havaalanı’na ve M 5 Karayolu’na çok yakın ve olan biteni “ilginç” olarak nitelendirmemizin nedeni bu. Türkiye bir yandan Astana Anlaşması çerçevesinde ve Rusya’nın onayı dâhilinde cihatçılara hamilik edecek bir pozisyonda İdlib’e yerleşmeye devam ediyor, öte yandan Rusya’nın sahadaki müttefikleri, üstelik Astana’nın bir parçası olan İran bu süreci durdurmaya çalışıyor ve şimdilik düşük yoğunluklu olsa da birtakım çatışmalar yaşanıyor. Bu “ilginç” durumun evrileceği yeri önümüzdeki gün ve haftalarda göreceğiz.

Peki tüm bunlar olurken ABD ne yapıyor? ABD Afrin’de ve İdlib’de olan bitenlere nasıl bakıyor? Afrin operasyonuna ABD’nin yüksek sesle bir itirazı dillendirmediğini, Minbic için biraz daha katı bir pozisyon sergilediğini, öncelikli olarak ise Fırat’ın doğusuna odaklandığını görebiliyoruz. Afrin bir yandan Kürtlerin ABD’ye daha fazla yaklaşmasına, öte yandan Şam’la Ankara arasındaki husumetin sürmesine bir vesile olarak değerlendiriliyor. Ayrıca burada bir vadede hem İran’la hem Rusya’yla bir çıkar çatışması yaşanabileceği düşüncesinden hareketle “izle gör” politikasına devam ediliyor. İdlib’de yaşanan gelişmelerden ise memnuniyet duyulduğuna şüphe yok.

İktidar istediği kadar “Suriye’nin toprak bütünlüğü için buradayız” desin, bunun yalan olduğunu bütün taraflar gibi ABD de biliyor ve Fırat’ın batısındaki Türk askeri varlığı, ABD’nin Suriye’ye dair planları açısından bir kolaylaştırıcı olarak görülüyor. Son zamanlarda ABD’nin yeniden Esad’ı hedef tahtasına yerleştirmesi, kimyasal yalanını tekrar devreye sokması ve Suriye’de yeni bir müdahalenin hazırlıklarından söz edilmesi, şimdilerde arası açık olsa da, geleneksel müttefiki Türkiye’nin ve taşeronu siyasal İslam’ın Suriye’de yaptıklarını “Bunu Suriye, İran ve Rusya’ya karşı nasıl bir fırsata çevirebilirim” diye düşünerek izlediğini gösteriyor. Aynı şekilde iktidar da hem İdlib’i hem Zeytin Dalı Operasyonu’nu ABD’yle yeni bir denge düzleminde buluşmanın ve el yükseltmenin bir aracı olarak görüyor. Önümüzdeki günlerde ABD, kimyasal saldırı bahanesiyle Suriye’de yeni birtakım askeri operasyonlara girişirse, bundan en çok memnuniyet duyanın yeni-Osmanlı olacağını söylemek bir kehanette bulunmak anlamına gelmeyecek bu nedenle.

Peki bir yandan Rusya ve ABD’yi aynı anda idare etmeye çalışan, öte yandan Rusya’yla dost ama müttefikleriyle hasım, ABD’yle düşman ama uzantısı cihatçılarla dost pozisyonda bulunan bir dış politikanın sürdürülme şansı var mı? Akıl ve mantık olmadığını söylüyor, sorunun kesin yanıtını ise sahadaki gelişmelerle, hep birlikte göreceğiz.