Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

13 yıl boyunca sürekli konuşan, “Cumhurbaşkanı” sıfatını taşırken bile parti başkanı gibi davranıp seçim mitingleri düzenleyen Tayyip Erdoğan, 7 Haziran’dan sonra suskunluğa gömülünce, insanlar derin bir “Ohhh!” çekti. Bu suskunluğu sevinçle karşılayıp “Türkiye kafasını dinliyor!” diyenler olduğu gibi, hayra yormayanlar da vardı. Bu kesime göre Erdoğan, yenilgiye uğradığı seçimin sonuçlarını lehine çevirmek ve AKP iktidarını sürdürmek için yeni planlar ve “saray entrikaları” peşindeydi… Nitekim çok geçmeden Deniz Baykal’la gerçekleştirdiği sürpriz görüşme, böyle düşünenleri haklı çıkardı. Erdoğan, 7 Haziran’da ağır yara almış olsa da, bu girişimiyle, Türkiye siyasetinde hâlâ “tek oyun kurucu” olduğunu göstermek istemişti…

Seçim sürecinde “Başkanlık” özlemine kavuşmak için her türlü hukuksuzluğu, Anayasa ihlalini ve etik dışı davranışı göze almaktan çekinmeyen Kaçak Saray sakini, sonuçlar açıklanınca cin çarpmışa döndü. Çünkü tüm dayatmaları geri tepmiş, diktatörlüğünü anayasal güvenceye alma planları suya düşmüştü. Ancak kendisine manevra olanağı sağlayan “erken seçim” yetkisini önemli bir koz olarak elinde bulunduruyordu. Muhalefet partilerinin 45 gün içinde hükümeti kuramaması durumunda, “Görüyorsunuz, olmuyor” diyerek ülkeyi yeniden seçime götürmesi güçlü bir olasılıktı…

ERKEN SEÇİM KUMARDIR!
Koalisyon pazarlıkları tüm hızıyla sürüyor.

İç ve dış sermaye çevreleri, ülkeyi AKP-CHP koalisyonuna zorluyor. Kemal Derviş’in seçim öncesinde sahneye çıkması, bu eğilimin ilk ve güçlü belirtisiydi. Şimdi bu yöndeki baskıların arttığı gözleniyor. Seçimler, AKP iktidarından kurtulmak ve Cumhurbaşkanı’nı anayasal sınırlara çekmek için altın bir fırsat sundu. Bu durumda AKP’li bir koalisyon seçeneğine yeşil ışık yakmak, siyasal harakiridir.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, seçimin hemen ertesinde, daha ortada fol ve yumurta yokken “erken seçim” çağrısı yaparak Erdoğan’ın elini güçlendirdi. Bahçeli bu taktiği 2002 yılında da denemiş ve partisini barajın altında bırakmıştı.

7 Haziran seçimlerinin ortaya koyduğu siyasal tablo doğru okunmalıdır. Halk, AKP’yi iktidardan düşürmüş ve hükümeti kurma görevini muhalefet partilerine vermiştir. Bahçeli, 13 yılönceki yanlışını yinelemek yerine, seçim öncesinde Erdoğan ve Davutoğlu için söylediklerini anımsayarak, AKP’siz bir hükümetin oluşmasına içeriden ya da dışarıdan destek olmalıdır.
Şimdi AKP iktidarının devlet kurumlarında yol açtığı büyük yıkımı onaracak; raydan çıkmış Türkiye’yi normalleştirecek; hukuku siyasal kuşatmadan, ekonomiyi yağmadan kurtaracak; yolsuzlukların hesabını soracak; komşularımızla barış sağlayacak bir “acil demokrasi” hükümetine gereksinim var. “Seçim yorgunu” halkımızın Meclis’teki üç muhalefet partisinden ivedi beklentisi budur.

Eğer yüzde 60’lık muhalefet, yüzde 40’lık AKP karşısında ortak hükümet kurma becerisini gösteremezse, ilk seçimde bunun bedelini öder.

"EMANET OY" YOK MU?
Sırrı Süreyya Önder, seçim gecesi kameraların karşısına geçerek, “HDP’ye verilen emanet oyların farkındayız, onların değerini biliyoruz, kimseyi utandırmayacağız” diyerek yüreklere su serpti. Ardından HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş da benzer şeyler söyledi. Ama iki gün sonra KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, “HDP’ye verilen oylar içinde emanet oy falan yoktur” deyince Demirtaş da ağız değiştirmek zorunda kaldı.

Öncelikle, Kandil’in HDP’nin çalışmalarına dışarıdan müdahalesini doğru bulmuyoruz. HDP yöneticileri de en az kendileri kadar akıllı insanlardır ve onlar alanda çalıştıkları için, işin gerçeğini daha iyi bilecek konumdadır. “Vesayet” görüntüsü veren bu tür karışmalar, parti yönetiminin işini güçleştirir. Legal siyaset, dağda savaşmaktan zordur. Özellikle Selahattin Demirtaş’ın halkın yüreğine dokunan ve toplumda karşılık bulan içtenlikli sözlerinin etkisizleştirilmesi çabalarından vazgeçilmelidir.

Kendi adıma söylemem gerekirse, benim HDP’ye verdiğim oy, şimdilik “ödünç oy”dur. Bunun kalıcı olup olmaması, tümüyle HDP’nin tutumuna bağlıdır. 6 Haziran’da “Hangi partiden olursanız olun, HDP’nin barajı geçmesi için vereceğiniz tek oy bile bizim için çok değerlidir, öpüp başımıza koyarız” diyenler, iki gün sonra kibre kapılıp ters yönde açıklamalar yaparlarsa, bunun sonuçları ağır olur.

Çekincelerini saklı tutarak 7 Haziran’da HDP’ye oy vermiş iyi niyetli insanlara düş kırıklığı yaşatmamak gerekiyor.