Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

“Bu ülke uzun laftan battı!” demişti sevgili ustamız Şinasi Nahit Berker. O yüzden kısa tümcelerle konuşacağım bugün…

*

“FETÖ” dedikleri aslında AKP'dir! AKP’yi kazıdığınızda altından Fethullah çıkar!

*

"Cumhur İttifakı", Türk-İslam Sentezi'nin cisimleşmiş, ete kemiğe bürünmüş halidir.

*

Askerin, polisin, yargıcın başında türban olmaz! Olursa, o rejim “laik” olmaz!

*

Savaş karşıtlığı siyasal, felsefi ve etik bir duruştur; kriminalize edilemez!

*

Adıyaman seninle el ele verdi de başı göğe mi erdi? Orası hâlâ Acıyaman!

*

Diktatörler güçlü oldukları için değil, korktukları için saldırırlar!

*

Sağda ve solda popülist / medyatik aday arayışı, partilerin varlık nedeni olan ideolojik ayrımlarını görünmez kılıyor.

*  

Bazen doğru adayla kaybetmek, yanlış adayla kazanmaktan iyidir!

*

Murat Kurum konuşunca çok gaf yapıyor. Konuşmayıp pandomim yapsa daha mı başarılı olur acaba?

*

Atatürk'e "soysuz" diyen soysuzlar hakkında bugüne değin soruşturma açıldığını duyan oldu mu?

*

Bir yazarın silahı dilidir. Benim silahlı örgütüm Türkçedir!

* * *

-OKURDAN-

KİMDEN KORKMALI?    

Halimizin Halim Şefik’çesi

Açınca polis beyler
Attila Aşut'un kapısını
Binlerce kitapla karşılaştılar
Kitaplar arasında
Bir ışık adam gördüler
Alıp götürdüler
Kitaplar ağladı arkasından.

Korkacaksan
Kitapsızlardan kork
Kimseye zarar gelmez kitaplılardan!

(20 Mart 2024)

Nusret ERTÜRK / Ankara

(Eğitimci ve Yazar)

*

HAFTANIN NOTU

Bir Gözaltı Öyküsü

20 Mart sabahı evimizin kapısına gelen üç sivil polis, önce kimlik gösterdi ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü bir terör soruşturmasında “şüpheli” sıfatıyla sorgulanmak üzere götürüleceğimi söyledi. Ellerindeki dosyada “Yakalama ve Gözaltı Kararı” vardı. Ekip şefi, “Avukatınız varsa çağırın, yoksa biz barodan birini isteriz” dedi. O anda aklıma kimse gelmedi. Çünkü uzun süredir davalık işim olmamıştı. Beni Mustafa Kemal Mahallesi’ndeki Terörle Mücadele Şubesi’ne götüreceklerini söylediler. Durumu bir dostuma ve gazetemizin Ankara Bürosu’na bildirdim. Sonra ekip otosuna binerek yola çıktık. Soruşturmanın İzmir kaynaklı olmasına bir anlam verememiştim. Yol boyunca düşündümse de bir neden bulamadım.

Böyle durumlarda bir sürü bürokratik işlemin yerine getirilmesi gerekiyor. Önce muayene için hekime götürülüyorsunuz. Tabii, “muayene” lafın gelişi. Oturduğu yerden size bakıp  “Bir şikâyetiniz var mı?” diye soruyor hekim. Siz de “Yok” diyorsunuz. Böylece ilk “prosedür” evrak üzerinde tamamlanmış oluyor. Sonra Terörle Mücadele Şubesi’nde sorgu hazırlığı başlıyor. Ekip şefi, elindeki dosya ile birçok yere girip çıkıyor. Durmadan matbu evrak dolduruyor. Bu arada avukatlarımız Nihal Yıldırım Selvi ile Ezgi Ergen Sürer geliyor. Yaşımdan dolayı avukatların biraz kaygılı olduklarını seziyorum. Onlara iyi olduğumu söylüyorum. Sorgu başlayınca “İzmir” gizemi de çözülmüş oluyor. Meğer konu, Yeni Şakran Cezaevi’nde yatan bir hükümlüye üç beş kuruş harçlık göndermemle ilgiliymiş. Suçum ise “6415 Sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun’a Muhalefet”miş! Sayın savcı, benim cezaevindeki bu garibana altı yılda posta havalesiyle gönderdiğim toplam 600 lirayı “Terör örgütü hükümlüsüne finansal fon sağlamak” diye değerlendirmiş! Hakkımda MASAK raporu bile hazırlatmış. Belli ki beni karapara aklayan fenomenlerle karıştırmış!

Tabii, işin içine “terör” suçlaması girince, bana “DHKP/C” örgütünün yapısı, çalışma biçimi, propaganda yöntemleri ve finans kaynakları üstüne akıl almaz sorular soruldu. 60 yıllık siyasal kimliğim ortadayken, hiç tanımadığım bir yapıyla ilgili sorguya çekilmek elbette canımı sıktı. Bu konudaki rahatsızlığımı dile getirince de sorguyu yapan görevli, soruların tamamen İzmir Savcılığı’nca hazırlandığını, kendilerinin bu konuda bir tasarrufta bulunmadıklarını söyledi.

En şaşırdığım konulardan biri de bana Güray Öz ve Erdem Gül ile ilgili sorular sorulmasıydı. Kıdemli meslektaşım ve yakın arkadaşım Güray Öz’le aynı gazetede çalıştığımızı; Cumhuriyet gazetesinin uzun süre Ankara Temsilciliğini yapan Erdem Gül’ün ise şimdilerde İstanbul Adalar Belediye Başkanı olduğunu, bu insanlarla tanışıp görüşmemden daha doğal ne olabileceğini söyledim.

Uzatmayayım, 10 sayfalık sorgu tutanağında buna benzer daha pek çok anlamsız soru vardı. Olayın ayrıntıları gazetelerde yer aldığı için burada ayrıntıya girmem gereksiz. Ancak “Haftanın Notu”nu, bu süreçte olağanüstü dayanışma gösteren dostlara gönül borcumu topluca ödeyerek noktalamak istiyorum.

Bu hukuksuz gözaltı sırasında yanımda olan TKP’li, Sol Parti’li ve CHP’li avukatlara; salıverildikten sonra telefonla arayan, çeşitli kanallardan destek ve dayanışma iletisi gönderen, sanal ortamda sayısız paylaşımda bulunan dost ve arkadaşlara; olayın başından sonuna dek beni hiç yalnız bırakmayan BirGün gazetesi çalışanlarına; yakın ilgilerinden onur duyduğum sevgili meslektaşlarıma, yazar örgütlerine ve basın kuruluşlarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Her biriniz benim için çok değerlisiniz.

Yaşasın dayanışma!