Somali’de çocukların öldüğü, insanların açlıktan kırıldığı haberleri duyulunca

Somali’de çocukların öldüğü, insanların açlıktan kırıldığı haberleri duyulunca  Türkiye’de de ardı ardına yardım kampanyaları başladı. Ne güzel!

Başbakanlık, Kızılay, Diyanet, Kimse Yok mu  Derneği, Haber Türk televizyonu yardım toplamaya girişince, Zaman Gazetesi’ne göre yardımlar sağanak oldu ve 9 Ağustos itibariyle 10 günde devlet ve STK’lar aracılığıyla toplanan para 62 milyonu geçti. Ne mutlu!

Yardım eden açısından, yardım etmek güzel bir duygudur; insana kendini iyi hissettirir, vicdanı rahatlatır. Hele Ramazan gibi kutsal bir aya denk gelmişse bu acı ve din kardeşleri açlıktan kırılıyorsa Türkiye’deki müslümanlara da bu yakışır.

Hayır,  yapılan yardımları küçümsemek için yazmıyorum bunları. İnsanların birbirine her zaman yardım borcu olduğuna inanan bir insanım. Orada açlıktan kıvranan insanların kursağına sıcak bir yemek, evlerine yiyecek girmesi, bir parça umut tadabilmelerinin ne demeye geldiğini de anlıyabiliyorum. Oradaki insanın fikir değil, hemen uzanacak ellere ihtiyaç duyduğunu da görebiliyorum. Yani hem yapılan yardıma hem de bu yardımı yapan insanlara ancak teşekkür edebilirim.

Amma velakin, bu açlık ve ölümlerin daha birçok şeyi akla getirdiği de görmezlikten gelinemez.  İnsanlıktan söz edildiğinde de, dünyanın bu ahvalini görmek, nedenlerini anlamak, çözümünü de doğru yere aramak gibi çok daha fazlası gerekir.

2008’de ekonomik kriz patlayınca, “durun, kriz yalnız bu değil; dünyanın her yerinde ve sürekli olarak kriz koşulları ve bu halde yaşanan insanlar var” demek ihtiyacı duymuş ve 2011 yılında basılabilen “Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali” adlı kitabı yazmaya koyulmuştum. Çok acıklıydı dünya ahvali; kitap da  bu ahvalin bütününü görmeden oradaki, buradaki sorundan konuşmanın pek de anlamı olamayacağını anlatmaya çalışıyordu.

Neyse merak eden alır, okur; konuya dönelim.

-İlk olarak, yıllardır 800 bin ile 1 milyar arasında insanın açlık tehlikesi altında yaşadığı bir dünya olduğunu biliyoruz. Gıkımız çıkmıyor! Birleşmiş Milletler, yıllardır çok kötü durumdaki ülkelere yapılan yardımları arttırmak için zengin ülkelerin kapısını çalar durur, sonuç alamaz. 2000 yılında Milenyum Hedefleri diye bir şey kabul ettirmişti zengin ülkelere; örneğin  2015 yılında açlık tehlikesinin ve yoksulluğun hiç değilse yarıya indirilmesi amaçlanmıştı. Olmadı.

Güya 2003 yılında zengin ülkeler resmi kalkınma yardımlarını 2015’e kadar  GSMH’larının % 0,7’sine çıkaracakları sözü vermişlerdi. Oysa OECD çevresinde kalkınma yardımları, ülkelerin milli gelirlerinin %0,2 ile %0,3’ü arasında kalmakta. Bu konuda en çömert olanlar Kuzey Avrupa ülkeleri, onları Avrupa’nın zengin ülkeleri zliyor; en cimri olansa ABD.

Bir de, dünya ekonomisi sallanınca yardım konusu daha da geriye gitti ve “dünya ahvalinde” iyileşme değil kötüleşme yaşanacağı anlaşıldı. Geçen kış BM Sekreteri Ban Ki Moon, gıda fiyatlarının atmasıyla açlık tehlikesinin büyüyeceğine dikkat çekmişti. Öyle de oldu.

Şimdi  BM, Somali’de her gün beş yaşından küçük on bin çocuktan 13’ünün öldüğü, 3,7 milyon insanın açlık tehdidi altıında olduğu, Doğu Afrika düşünüldüğünde bu sayının 12 milyonun üzerine çıktığını söylüyor. Somali için bir milyar dolar tutarında bir yardım istediğini, ancak bunun yarısından az bir tutarını toplayabildiğini de bildirmekte.

Bu dünyada açlık, yoksulluk gibi sorunlarla doğrudan ilgili bir tek BM var. Onun da bu sorunlarla uğraşmak için ne bütçesi, ne de gücü yeterli. Bütçesi yaklaşık 20 milyar dolar. Bir fikir vermek üzere, dünyadaki silah harcamalarının ancak % 1,5’i tutarında olduğunu ekleyeyim. İyi mi?

Şimdi, verebileceklerinin en azını vermek derdindeki ülkeler, açlığın, ölümün artık tehdit olmaktan çıkıp yaşanan bir vahamete ulaştığını görünce ellerini biraz cebe atacaklar kuşkusuz. Ama neye yarar, neyi çözer? Buradan kalıcı bir çözüme gidileceğini düşünen var mı?

-İkincisi, açlık, yoksulluk gibi sorunlar yalnız yardım konusu olan meseleler değil. Ne Afrika, ne başka bir yerde sürüp giden açlık ve yoksulluk, ya da  bir türlü yenilemeyen geri kalmışlık bir “kader”. Ne de Hindistan’da, Çin’de, Meksika’da veya Türkiye’de yoksul yığınlar, işsizler, aldığı ücetle geçimini bile sağlayamayan çalışan yoksullar kendi yetersizlikleri veya tembelliklerinin vebalini çekmekte.

İçlerinde hiç bir işe yaramayanlar bulunsa da milyarları ilgilendiren bu sorunların başta gelen nedeninin, dünyayı eşitsiz ve adeletsiz olmaya mahkum eden “kapitalizm” olduğu ortada. Bu sorunlar sistemin türevi; sistemi mesele etmedikçe de bu sorunlardan konuşmak pek işe yaramaz.

Kısacası, işimize geldiğinden, insanlar ve toplumlar arasındaki eşitsizlik ve adaletsizliğin Tanrı vergisi, alın yazısı, ya da kendi beceriksizlikleri olduğunu düşünmeye meyilli olsak da, gerçek öyle değil. Bir yerde “her şey dahil” hayatı yaşayanlarla, öte tarafta “açlık ve yoksulluktan başka bir şey yok” hayatına mahkum olanlar arasındaki uçurumun “üretilmiş” ve “derinleştirilmiş” bir uçurum olduğunu görmek gerek.

En temelde kimsenin gözünün yaşına bakmayan kapitalizmin kar ve çıkar mantığı var. Orada bir ülkeyi tarım politikaları, ithalat bağımlılığı ile kıtlığa, açlığa mahkum edebilir.  Burada savaş endüstrisini yaşatmak için iç savaşları, kabile kavgalarını devreye sokar.  Silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti yapmaktan da, küçük çocukarla karlı bir seks piyasası üretmekten de kaçınmaz.  Daha iş bileni ise borsalar, türev piyasaları aracılığıyla yüklü voliler vurmayı becerir; yükü de devlete atmaktan çekinmez. Paraları afiyetle yerken arkasına baktığını da düşünemeyiz.

Görünüşte acımasız olan, pisliğe bulaşan insanlardır; suçu insanlara atınca da diğerleri rahatlar. İnsanları bu kadar gözü dönmüş, bu kadar acımasız kılan bir sistemin olduğu ise görülmez. Daha doğrusu görülmemesi için siyaset, medya, üniversiteler, bilim kanalları ellerinden geleni yaparlar. Bir tarafta bir kaç kötüyü temizlemek, öte tarafta karaya vurmuş br kaç deniz yıldızını kurtarmakla sistem kendini parlatır ve yola devam edilir.

Oysa, zenginlik kadar yoksulluk, özgürlük kadar bağımlılık, serbestlik kadar dayatma, görkem kadar pislik üreten bir sistemdir bu. Hergün medyaya dökülen haberler hep bunu anlatıyor ya; görene!.

Ve üretimin ve zenginliğin bu kadar arttığı, bilginin ve teknolojinin bu kadar ilerlediği bir dünyada insanlar açlıktan, çocuklar tedavi edilebilir hastalıklardan ölürler. Biraz ah ah, braz yardım, çokça da suçlamayla geçer gider acılar.

-Üçüncü olarak, Somali’ye yardım yağdıran Müslümanların da, biraz İslam’ın gerçekten neyi istediğini düşünmelerine ihtiyaç var sanıyorum. İslamiyet zenginin zekat vermesini, insanın insana yardım etmesini istiyor, ama istediği bundan mı ibaret?

İhsan Eliaçık’ın dediği gibi, dindar burjuvazi, “zenginler mallarını arada fark kalmaz ,eşit hale geliriz diye yanındakilerle paylaşmıyor. Allah’ın nimetini mi inkar ediyorlar” diyen ayet bilmiyor mu? Eliaçık mülk paylaşım düzenine dokunmayan din söyleminin “afyon” olduğunu söylerken ve İslam dünyasının geleceği  için “dine karşı din” çağrsı yaparken, haksız mı? Müslümanlığın geleceği bu acımasız dünyaya eklemlenmek, olan biteni görmezlikten gelmekte mi?  

Ne yazık  ki, bir zamanar bu esitsiz ve adaletsiz dünyadan en başta Batı’nın zengin ülkelerinin sorumlu tutan Müslümanlar şimdi bu yola eklendiler. Bu yolun gerçekte İslam’dan uzaklaşmak olduğunu söyleyenleri de duymazlıktan geliyorlar. Kapializm ve İslam sarmaş dolaş büyürken, kaybedenin hak dini olduğu söylenen İslamiyet olduğunu görmezlikten geldikleri gibi.