George Thomson anlatır: “1961’de, Atina’nın 1400 kişilik modern tiyatrosunda, iki bin kişilik bir dinleyici önünde Aiskhylos’un ‘Oresteia’sı üzerine bir konuşma yapıyordum. Son sahneden sonra kopan alkışlar, onca kişinin ıslanmış yanaklarını aydınlatan ışıklar, Atinalıların, en büyük şairlerinin çağdaş çağrısına bugün de, yirmi dört yüzyıl öncesi gibi, yürekten karşılık verdiğini gösteriyordu”

Aiskhylos’un ‘Yakaranlar’ı

Ataşehir DasDas Sahne’de 16 Nisan 2018 akşamı izlediğim ‘Yakaranlar’, Aiskhylos’un Danaos kızlarına dair dörtlemesinin birinci oyunu (Öteki iki tragedya ‘Aigyptioi’ ve ‘Danaos Kızları’, dörtlemeyi tamamlayan yergi ise ‘Amymone’dir.) Mısır’dan Akdeniz’i aşarak Anadolu’ya geçen kadınların altı profesyonel, elli amatör oyuncuyla sahnelenen hikâyesinin tam ismi ‘Yakaran Kadınlar’ ya da ‘Yakarıcılar.’

Sahnedeki kadın oyuncuların iki ay gibi kısa sürede yakaladıkları uyumdan etkilenmemek mümkün değil. Bilhassa Elif Cansu Akbıyık, yüzü ve bedeniyle metnin elektriğini seyirciye -en azından bana- yükleyince, oyunu izlediğim günün ertesi, elimde bir kitap, reji ekibinden Onur Tanyeri ve Volkan Yosunlu ile buluşarak birkaç saat sohbet ettim. Sadece tiyatroya ilgi duyanların değil entelektüel çaba içerisindeki herkesin okumasında yarar gördüğüm, George Thomson’ın ‘Tragedyanın Kökeni-Aiskhylos ve Atina’ (Çeviri: Mehmet H. Doğan, Payel Yayınevi) adlı muazzam yapıtıydı elimdeki, dört bölüme ayrılıyordu: Kabile Toplumu, Kabileden Devlete, Dramanın Kökeni, Aiskhylos. Sondan başlayalım: Aiskhylos kim?

Dionysos’a tapınıldığında genelde keçi kurban edilir ve bu ayin tragodia ya da Keçi Ezgisi olarak bilinirdi. İlkel totemci klanın dinsel töreninden kaynaklanıp toplumun evrimiyle evrilen tragedyaların, kadınlarla erkeklerin en derin düşüncelerini dile getirmesi, onların tanrısal güçlerle ilişkilerini irdelemesi öngörülmüştü. İşte o tragedyaların yazarlarından biri, kimi yapıtları günümüze ulaşabilmiş Atinalı üç önemli tragedya yazarının ilkidir Aiskhylos -İÖ 525/456 (Diğerleri Sophokles ve Euripides’tir.)

İlk tragedyalarda ana ikilem başta verilerek oyunun geri kalanı karakterlerin tepkisi ekseninde döner, teknik güçlükleri aşmanın yolu olarak oyunların sayısı çoğaltılır, tragedya ödülüne aday olanın üç tragedya ve bir yergi sunması gerekirdi. Kesin olan, Aiskhylos’un, dörtlemeyi yetkin duruma getiren kişi olduğudur. “Aiskhylos onu, organik birlik ve yoğunluk yönünden ancak Beethoven’ın senfonisiyle karşılaştırılabilecek bir dramatik biçime sokmuştur” der Thomson. Öyleyse, Aiskhylos’u anlama uğraşımız esnasında Beethoven’ın müziği çınlasın kalbimizde (Ortaçağda yapıtlar, günümüze kalmalarını güvenceye alacak sıklıkta kopyalanmıyordu. İstanbul’un fethinden az önce Sicilyalı Giovanni Aurispa iki yüzden fazla Yunanca yazma getirerek Batılıları Aiskhylos, Sophokles ve Platon’la tanıştırdı, böylelikle bize kadar ulaştı metinler, o halde Bay Giovanni de aklımızda bulunsun.)

Yakarıcı, bir yabancı; yakarı eylemiyse, aslında, edinilmek için yapılmış bir başvurudur, “toplumdışının evlatlığa kabulü.” Yakaranlar’da koroyu oluşturan Danaos kızlarını toplumdışı kılan nedir peki? Kız çocuğu mirasçıysa, babasının kardeşleri ya da onların çocukları ile evlendirilmektedir, Danaos ölürse yasal bir hak olacaktır bu. Babalarının eşliğinde Argos’a çıkar, yakarıcıların ve yabancıların tanrısı Zeus’a dua ettikten sonra tanrılardan peşlerindekileri yıldırımlarla ezmelerini diler, yoksa kendilerini asacaklarını söylerler Danaos’un kızları. Mısır’dan Argos’a kaçmakla yasal zorunluluklarından kurtulmaya çalışmakta, kuzenleriyle evlenmeyi kölelikle bir tutmaktadırlar. Kral, halkına danışarak yakarıcıların korunmasını yüklenmeye karar verdiğini bildirir.

“Geç kalmasın ölüm. Gerdeğe fırlatılmadan önce bitirsin işini benimle. Nereye kaçabilirim özgür olmak için? Nasıl kurtulabilirim evliliğin esaretinden! Yaşarken tutuyorum ölümümün yasını!” diyen Danaos kızlarının birinci tekil şahıs yakarışları, ruhen ve neredeyse fiziken tek vücut olup ben’i ‘biz’e dönüştürmeleriyle sahnede şiir etkisi yaratır lakin hâlâ uzağındayızdır metni anlamanın. Derinleşebilmek için, Aiskhylos’un bir demokrat, Yunanistan’ın önde gelen yurttaşlarından biri, aynı zamanda kökleri ilkel kabile toplumunda olan yerel geleneklerin kalıtçısı olduğunu bilmeli, bu geleneklerin evriminden haberdar olmalıyız.

George Thomson anlatır: “1961’de, Atina’nın 1400 kişilik modern tiyatrosunda, iki bin kişilik bir dinleyici önünde Aiskhylos’un ‘Oresteia’sı üzerine bir konuşma yapıyordum. O kadar çok kişi yer bulamayıp geri dönmüştü ki, konuşmayı iki kez tekrarlamak zorunda kaldım. Konuşmada, oyunun bazı parçaları gösterildi. Son sahneden sonra kopan alkışlar, onca kişinin ıslanmış yanaklarını aydınlatan ışıklar, Atinalıların, en büyük şairlerinin çağdaş çağrısına bugün de, yirmi dört yüzyıl öncesi gibi, yürekten karşılık verdiğini gösteriyordu.”

Atinalıların en büyük şairlerinin çağdaş çağrısı 2018 yılında Türkiye’de nasıl yankılanmalı, mülk sahiplerinin ahlakı üzerinde özel mülkiyetin etkisini teşhir eden ‘Yakaranlar’ın, bilhassa 24 Haziran seçimleri öncesinde bize söyleyeceği neler var, yazarak düşünmeye devam edeceğim.