AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kısa bir süre önce parti örgütünün toplantısında önemli bir tespit yaptığını duyurdu:

-Partimizin kaderiyle Türkiye’nin kaderi örtüşmektedir!

Bu tespit yabana atılmayacak kadar önemliydi.

Muhalefet kesimlerinde pek ilgi çekmedi.

Zaten her gün o kadar çok önemli şey söylüyor ki, bir önceki gün söylediği önemli şey sıradan hale gelebiliyor.

Eğer AKP’nin kaderi-geleceği Türkiye’nin kaderi-geleceğiyle bire bir örtüşüyor meselesinde mutabakat sağlanırsa, AKP için kötü olan her şey ülkemiz için de kötü bir gelişme sayılacaktır.

Nasıl?

Mesela, AKP önümüzdeki yerel seçimlerde İstanbul, Ankara, Antalya, Kayseri, Bursa gibi büyük kentleri kaybederse bu sonuç AKP için kötüdür.

Peki, Türkiye için de kötü olabilir mi?

Yukarıda alıntıladığımız tespite göre “evet böylesi bir durum Türkiye için de kötü olur” sonucu çıkar.

Muhalefet partilerinin kazandığı her seçim, hatta fazla oy çıkardığı her sandık Türkiye aleyhinde bir gelişme olarak yorumlanacaktır.

Ee bu durumda yapılması gereken nedir?

İzin vermemek!

Nasıl?

Halk harekatı ile bu menfur gelişme, çıktığı yerde bastırılıp ülkenin + AKP’nin geleceği kurtarılacaktır.

Fantastik gibi gelen bu ihtimal, Afrin Harekatı ile hayata geçirilmeye başladı bile…

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sınır ötesi harekatına anında manevi değeri çok yüksek bir isimlendirme yapıldı:

-Milli Mücadele!

Türkiye tarihinde Milli Mücadele olarak; Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda yurdun her yanı yabancı ordular tarafından işgal edilmesiyle 19 Mayıs 1919 ile 30 Ağustos 1922 arasında Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından verilen Kurtuluş Savaşı bilinir.

Şimdi “fast-food tarih yazma” anlayışıyla Kurtuluş Savaşına muadil bir yapay oluşum üretilme gayreti gösteriliyor.

15 Temmuz 2016 karanlık darbe girişimi ve ona karşı gösterilen tepkiyi bile “Kurtuluş Savaşı’ndan daha önemli” diye pazarlayan talihsiz tarih yazarları çıktı. Ama tutmadı!

Şimdi Afrin’e yönelik başlatılan askeri harekatı daha ilk gününden Milli Mücadele olarak takdim edilmesinin arkasında, muhalefetin tamamen susturulması planlandığı apaçık görülmektedir.

Her zaman olduğu gibi mağduriyetin ön sırası Kürtlere tahsis edildi. “Savaşa Hayır” diyen gazeteciler, kanaat önderleri hakkında hızla gözaltı kararları çıkarıldı.

Oysa bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, hayatı savaşlarda geçmiş bir önder olarak şöyle demişti:

-Yurtta barış, dünyada barış!

Bu sözlerin bir anlamı yok mu?

Soru iktidara değil.

Bu devleti kuran parti CHP’nin bugünkü yöneticilerine… Mustafa Kemal Atatürk sizin ilk Genel Başkanınızdır. Her şeyden vazgeçebilirsiniz ama onun “Yurtta Barış-Cihanda Barış” ilkesinden vazgeçemezsiniz.

Bugün barış savunuculuğu yapmazsanız yarın AKP’nin arkasında saf tuttuğunuz için seçmenlerden nasıl oy isteyeceksiniz?

Eğer savaş politikası size oy getirecek diye bir umudunuz varsa, hiç boşuna heveslenmeyin, onu fazlasıyla Tayyip Erdoğan hak ediyor.

O bir lokomotif… Arkasına takılan her vagonu peşinden sürükleyerek götürür.

Nereye?

Enis Berberoğlu durağına… Hiç şüpheniz olmasın. Herkesin bir sırası var.

Zaten teorisi de ilan edildi:

-Türkiye’nin kaderiyle AKP’nin kaderi örtüşüyor!

Çok uzak olmayan bir gelecekte, yapılacak ilk seçimlerde kürsülerden, televizyon ekranlarından, gazetelerin birinci sayfalarından “Milli Mücadele Aslanı” kükreyecektir:

-AKP’ye karşı olan hainler!...