İran’da Mahsa Amini gözaltına alındıktan sonra yaşamını yitireli bir sene oldu. Baskı ve şiddeti artıran İslam Rejimi ile direniş kültürüne sahip halk arasında bir “yıpratma savaşı” sürse de “korku duvarı” artık yıkıldı.

Amini korku duvarını yıktı
İran'da Mahsa Amini'nin ölümünden bu yana süren protestolar toplumdaki değişim isteğini ortaya koyuyor. (Fotoğraf: AA)

Afshin SHAHİ

Amini’nin ölümünün yıl dönümü olan 16 Eylül gününde yoğun eylemler düzenlenmesi beklendiği için İran rejimi sosyal medyayı kontrol altında tutmaya ve istihbarat faaliyetlerini artırmaya koyuldu. Fakat değişim arzusu birçok insan için canlılığını koruyor.

“Kadın, Yaşam, Özgürlük” eylemlerine devlet, tüm gücünü kullanarak yanıt vermişti. Bazı kaynaklara göre birkaç yüz kişi yaşamını yitirdi ve en az 30 bin kişi gözaltına alındı. Birçok kişinin idam cezasına çarptırıldığı da biliniyor.

Tabii insanlar gözaltından bırakıldıkça açığa çıkan işkence ve tecavüz iddiaları da son derece rahatsızlık verici.

İktidardaki elitlerin zorunlu başörtüsü kuralını uygulamayı sürdürme çabaları beyhude gibi görünse de, rejim kanadı taviz vermeye hazır görünmüyor.

Ülkede son 40 senedir uygulanan zorunlu başörtüsü kuralı tartışma konusu olmayı sürdürüyor. Kadınlar tüm tehlikeyi göze alarak pasif direniş sergilemeyi sürdürüyorlar ve bu zorunlu kuralı ihlal ediyorlar. Sergiledikleri cesaret karşısında ahlak polisi sokak nöbetlerini yoğunlaştırıyor, toplumsal gerilim tırmanıyor ve kurala karşı çıkanlar daha da ağır cezaların öngörüldüğü yeni yasa tasarılarıyla tehdit ediliyorlar.

Anlaşılan, hükümet kanadındaki endişeler “kadının saçının görünmesi” gibi bir konuda taviz verilmesinin bir tür emsal teşkil edebileceği yönünde. Rejim kuvvetlerinin halen “her şeye kadir”  görüntüsü vermek için ellerinden geleneği yapacağı söyleniyor. Rejimin yönetim stratejisinin ise halkın “kalbini ve zihnini kazanmak” değil, halkı “korkutmak ve sindirmek” olduğu anlaşılıyor.

KÖKLÜ DİRENİŞ KÜLTÜRÜ

Ülkede ekonomik koşullar giderek kötüleşiyor. Ülkenin nüfusunun üçte birinin aşırı yoksulluk içinde olduğu düşünülüyor. Halk ise yıllardır değişim talep ediyor. Sürüp giden bu durum, devlet ile halk arasında adeta bir tür “yıpratma şavaşı” olduğu görüntüsünü veriyor.

İran’da toplumsal muhalefet hareketi son derece köklü ve yıllardır yürütülen sivil itaatsizlik eylemlerine dayanıyor. Sembolik eylemler, direniş sanatçıları ve bireylerin yaptıkları büyük fedakarlıklar bu direnişe yön veriyorlar. Toplumun halen değişim istediğine şüphe yok.

Fakat değişim önünde büyük engeller var. Muhalefet tutkulu olsa da, kendi içinde birleşebilmiş değil ve tüm çabaları tek çatı altında toplayacak bir liderlik oluşturamadı.

Muhalefet cephesinde son altı aydır bolca tartışılan diğer bir konu da, İran’ın cumhuriyet sistemin bir kenara bırakıp anayasal monarşiye geri dönebileceği üzerine. Diğer bir deyişle ortak düşmanlarına yoğunlaşmak yerine, mevcut yöneticilerin yerine kimi koyacaklarına dair görüş ayrılığına düşüyor.

Muhalif cephede ortaklaşılamaması uluslararası işbirlikleri kurulmasını da zorlaştırıyor. Rejimin kapsamlı baskı araçları üretmede Rusya gibi otoriter müttefiklerinin yardımını aldığını da unutmamak gerek. Görünüşe bakılırsa, rejim kuvvetleri toplumu susturmak için mümkün olan her aracı kullanmak istiyor. Toplumsal muhalefeti her geçen gün daha “riskli” hale getirmek, bulunan çözümlerden biri.

NE ZAMAN BAŞLADI?

1979 yılında kurulan İslam Cumhuriyeti’nin İran toplumunu baştan aşağıya dönüştürme planına birçok insan karşı çıkıyor. Kurulduğu günden beri rejim ve halkı arasındaki gerilim giderek artıyor.

Gücün kötüye kullanımı, yolsuzluk, başarısız ekonomik politikalar ve devletin sık sık şiddete başvurması rejimin “devrimci” cazibesini yıllar içinde eritti.

 Ülkede kitlesel eylemler sık görülen olaylar haline geldi. 1999 yılının öğrenci eylemleri, 2009 yılının “Yeşil” hareketi İran tarihinde önemli hadiseler olsa da, 2018 sonrasında yepyeni bir döneme girildi.

Eylemler artık yalnızca kent merkezlerinde görülmüyor. Ülkenin her yanına yayılan eylemler İslam Cumhuriyeti ideolojisine kökten karşı çıkıyorlar. “Kadın, Yaşam ve Özgürlük” hareketinin etkileri uzunca bir süre hissedildi ve eylemler uluslararası kamuoyu tarafından yakından takip edildi. Bu durum bile yaşanan değişimin başlı başına kanıtı gibi.

Son aylarda baskının bir kez daha arttığını görüyoruz. Devletin sıkı politikalarına uymadığı söylenen kafe ve restoranların bir bir kapatıldığını gördük. Üniversiteler de rahat bırakılmıyor.

Baskı politikalarında endişe verici bir yükseliş gözleniyor. Üniversitelerde görev yapan profesörlerin yerine, devletin sadık adamları atanıyor. Tahran Üniversitesi kampüslerindeki gözetim araçlarının her geçen arttığını görüyoruz. Ülkede ekonomik koşullar o kadar kötüleşti ki, her gün yeni bir intihar haberi geliyor ve toplumsal gerilim patlama noktasına ulaşmış halde.

DEĞİŞİM KAÇINILMAZ

Mahsa Amini’nin ölüm yıl dönümü yaklaştıkça, toplumdaki öfkenin dozunun arttığı da hissedilebiliyor. Önde gelen muhalif figürlerden bazıları halka “fırsatı değerlendirme ve sokağa çıkıp rejime baş kaldırma” çağrısında bulundular.

Toplumda yaşanan kıpırtı tabii ki rejimin dikkatinden kaçmadı. Uluslararası Af Örgütü’nün bir raporu, devletin eylemlerde yaşamını yitiren kişilerin ailelerinin dahi rahat bırakılmadığını ortaya koyuyor. Tutuklanan eylemciler arasında Mahsa Amini’nin öz amcası da var. Af Örgütü’nün on şehri kapsayan araştırmasında, kurbanların ailelerinin maruz kaldıkları insan hakları ihlalelleri ve Mahsa Amini’nin ölüm yıldönümü yaklaşırken devletin aldığı baskıcı önlemler konu ediliyor.

Geçen senenin eylemlerinde elde edilen en önemli kazanımlardan biri, halkın içinde yaşadığı korku duvarının yıkılması oldu. Amini’nin ölümü yaklaşırken, her iki taraf da gergin ve teyakkuzdaydı. Birçok insanın umudu, İran’ın içinde bulunduğu siyasi çıkmazın bir şekilde çözülmesi. İran için demokrasiye giden yolculuk daha uzun yıllar sürebilir fakat sönmeyen değişim umudunun bir şekilde galip geleceği gün gibi açık.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: The Conversation