13 Aralık, 12 Eylül’ün en büyük utançlarından: 17’sine henüz girmiş bir çocuğun asılarak idam edildiği tarih. Yaşı mahkeme kararıyla büyütülen -ki bu da bir başka utanç- Erdal Eren’in 1980 yılında öldürüldüğü gün. Gülten Akın’ın şiiri, bu olayı hatırlatır hep

Sonbahar güzeldir, insana iyi gelir ama art arda yaşanan fena şeyler, bu iyiliğe gölge düşürür. Sonbahardaki kayıplar, “yaprak dökümü”yle özdeşleştirilir. Reşat Nuri Güntekin’in romanı, Nâzım Hikmet’in ya da Can Yücel’in şiiri değil, yekten o deyim gelir insanın aklına. Sonbahar fenadır: Yaprakları değil, sevdiklerimizi de alır. Şu da bir gerçek: Sonbaharda en çok şairler ölür.

Geçtiğimiz Çarşamba, en sevdiğim şairlerden biri bizi öksüz bırakıp gitti. Gülten Akın -ki benim için Ankara’ya eşdeğerdir- şahane dizelerini alarak aramızdan ayrıldı. Sıfat boşuna değil: Ankara’da tanıdığım, şiirleri kadar şahaneliğiyle de beni etkileyen bir insandı. Aksu’nun annesi, Tanıl’ın kayınvalidesi, Işık’ın anneannesiydi. Yakınımdaydı. Çok gördüm, çok konuştum ama hiç yakınlaşmadım. Biraz utancımdan, biraz da rahatsız ederim korkusuyla…

ankarali-gulten-teyze-has-sairim-86697-1.Ankara’da yaşamaya başladığım yıllarda yani 80’lerin sonunda, iki kurum, abc Kitabevi ve Sanat Kurumu, eskilerin edebiyat matineleri geleneğini sürdürürdü. Kitabevinde Cemal Süreya’yı dinlemişliğim, kurumda Aziz Nesin’le tanışmışlığım var. Şanslı bir kuşaktan olduğum aşikâr. Gülten Akın’ın her dem başucumda bulunan kitaplarından birinin içinde, Sanat Kurumu tarafından düzenlenen “imza ve söleşi günleri”nin programı durur: 20 - 24 Mart 1990 tarihlerinde düzenlenen, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Tarık Dursun K. gibi yazar ve şairlerin katılımıyla güzelleşen bir etkinlik bu. Dün gibi aklımda ama bakarak yazayım: 21 Mart’ta, Erdal Öz ve Tahir Hatiboğlu ile konuşmuş Gülten Akın. Heyecanlı olduğum bir gün: O güne dek yayımlanan “bütün şiirleri”ni toplayan “Seyran”ın ilk baskısını (Can Yayınları, 1982) elime alarak gitmiştim. Söyleşinin sonunda usulca yanaşmış, kitabı imzalatmıştım: “Değerli Murat Meriç için, şiirin sıcaklığıyla” diyerek imzaladığı kitap, en değerlilerimden. 18 yaşındaydım, ilgilenmiş ve uzun uzun sorular sormuştu: Nereliydim, neden Ankara’daydım, kitabını ne zaman almıştım… Tek tek cevap verdim, kimya mühendisliği okuduğumu öğrenince oradaki boş kağıtlardan birini alarak “bilimin aydınlığını şiirin ışığıyla birleştiren genç arkadaşım” diye başlayan bir uzun paragraf yazdı, imzaladı ve bana verdi. “Sakla, ileride ‘Gülten Teyzem vermişti’ dersin, belki beni hatırlarsın” demişti uzatırken. Ellerine sarıldığımı hatırlıyorum. Galiba ağlıyordum da, sessiz sessiz. Onu, hediyesini hiç unutmadım. Ölene kadar da unutmayacağım zira o güne dek değil, her dem aldığım en güzel hediyelerdendir.

Gülten Akın’la tek karşılaşmam değildi bu. Katıldığı etkinlikleri takip ettim, ziyaretine gittim, sokakta rastladığımda elini öptüm. Yakınlarda Elif Ergezen’le konuşmuş, Ankara’ya onu ziyarete gitmeyi planlamıştık. Yazık ki memleket ahvali, biraz da benim çekingenliğim ve (utanarak yazıyorum) umursamazlığım, bunu engelledi. Gülten Akın hiç ölmezmiş gibi gelirdi. Ölümü bu yüzden beni çok sarstı.
Duyduğum anda twitter’da şu cümleyi kurdum: Ne çok öldük bu aralar! Sahiden öyle. Onar onar, yüzer yüzer ölmeye başladık üstelik. Gülten Akın, bizi sadece yalnız değil ıssız bıraktı. Düşünsenize: Artık dizelerini okuyamayacağız. Çalışkandı, şiiri hiç bırakmadı. Sesi değil, şiiri de ölümüyle sustu.
Sesinden şiirler dinlemiş olmak, büyük şansım. Şiirlerinden yapılan şarkıların peşinden koşmam da öyle. Bestelenen şiiri çok: Sezen Aksu’nun “Deli Kızın Türküsü”nden Seyir Defteri’nin “Uzak Yağmurlardan Sonra Bir Gün”üne, Sevinç Eratalay’ın “Bekliyorum”undan Sadık Gürbüz’ün “Bunalan Ozan İlahisi”ne bir dizi şarkı... Şimdi canımızı yakacaklar!

Şarkılardan değil, şiirden ilerleyeyim… Gülten Akın’a dair elimizde iki “seçmeler” kitabı var. İlki, şairin kendi seçtikleri. Hüzünlü bir hikâyedir: Ankaralı şair Uğur Kaynar, 90’ların başında bir yayınevi kurar. Elyazıları Yayıncılık, adı üstünde, şairlerin elyazılarıyla süslü kitapları basmak üzere yola koyulur. Behçet Aysan, Metin Altıok, Özdemir İnce, Ülkü Tamer, Arif Damar gibi şairlerin kitapları, birbiri ardına yayımlanır. Bu kitapların sekizincisi, Kasım 1991 tarihlidir ve Gülten Akın’ın kendi seçtiği şiirlerden müteşekkildir. Yazık ki sonrası gelmez: Uğur Kaynar, kitaplarını bastığı iki şair arkadaşı (Behçet Aysan ve Metin Altıok) ve otuz yoldaşıyla 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yakılarak öldürülür. Elyazıları Yayıncılık, tamamlanamamış bir girişim olarak kalır.
Gülten Akın’ın kitabı, “Kaçış”la başlıyor, “Büyü” ile bitiyor. 1987 yılında, Grup Yorum sayesinde kitlelere tanıtılan, sonrasında Edip Akbayram’ın da söylediği, o yıllarda genç olanların dillerinden düşmeyen bir şarkı bu: “Büyü de baban sana / Büyü de / Acılar alacak / Büyü de baban sana / Yokluklar alacak / Büyü de baban sana büyü de / Bitmez işsizlikler açlıklar alacak / Büyü de / Büyü de baban sana / Baskılar işkenceler alacak / Kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak / Büyü de / Büyüyüp onyedine geldiğinde / Büyü de baban sana / İdamlar alacak.”

13 Aralık, 12 Eylül’ün en büyük utançlarından: 17’sine henüz girmiş bir çocuğun asılarak idam edildiği tarih. Yaşı mahkeme kararıyla büyütülen -ki bu da bir başka utanç- Erdal Eren’in 1980 yılında öldürüldüğü gün. Gülten Akın’ın şiiri, bu olayı hatırlatır hep. Sadece bu değil, 1977’de ODTÜ’de öldürülen Ertuğrul Karakaya için yazdığı ağıt da can yakar. Ali Asker’in tok sesiyle seslendirdiği bu ağıt, bir dönemin simge şarkılarından: “Halkın bağrından biçtiler / Birer birer hepimizi / Başarmadan ölmek yoktu / Böylem’ettik kavlimizi // Hasına canım hasına / Haber salın babasına / Okulda bir yiğit ölmüş / Kuşlar dönüyor yasına…”

Gülten Akın, şair. Toplumcu şiirden ikinci yeniye uzanan bir hatta şiirler dizdi. Şiirlerini (toplu basımlar ve seçmeler hariç) on üç kitapta topladı. Türkiye Yazıları’nın Kasım 1978 tarihli nüshasında, hayatını anlattı. Yozgat’tan Ankara’ya gelirken ardısıra gelen kokuyu anlattığı cümleler, muazzam: “Otobüsten inersiniz çarşıda, sizi ilk karşılayan burcu burcu çam kokusudur. (…) Alır alır gider bu koku beni.” Dahası, Yozgat hakkında kurduğu şu küçük cümle: “Yakın yıllara dek kendini yoksullukla korudu. (…) Bir de Maraş’ı biliyorum, kendini çağa kolay teslim etmeyen. Çarşısıyla, bağıyla, bahçesiyle, evleriyle, insanıyla.” Sonrasında anlattıkları, bugün karşılaştığımız “yozlaşma”nın tarifi: “Geri kafalı mıyım, uygarlığa karşı mıyım? Değil. Ama kentler de, insanlar da özlerini, özelliklerini koruyarak değişmeli bence. Uygarlaşmanın gereği budur. Ötekine yozlaşma denir. Çarpık kentleşme denir. Yabancılaşma doğurur ki, ne biçim.” Gülten Akın, biraz da bunun için her şeyimizdi. Bizi bize yalansız dolansız anlattığı için.

Yaşadıkları, şiirlerine sinmiş; yalansızlığı bundan: “Hemen bütün dizelerimin temelinde birtakım olgular, gerçekler vardır benim. Bir gün dizelerimin öykülerini yazmayı isterdim, daha yaşlanınca.” Yazık ki dizelerinin öyküsünü yazamadan gitti. 1995’te, bundan yirmi yıl önce, 62 yaşındayken yayımladığı kitabı, adını şu dizelerden alır: “bir roman kadar uzun bu tümce / -Sonra işte yaşlandım.” Şiiri hiçbir zaman yaşlanmadı oysa. Haziran 1966’da, “Şiir Sanatı”na yazdığı bir yazıda şunları söyler: “Gerçekliğin ozanıyım ben. Nasıl yazmalı ile birlikte ve daha önce, nasıl yaşamalı diye düşündüm. Aslında bu benim şimdiye dek birikmiş yapımla yanıtı zaten verilmiş bir sorudur.” Şiiri, biraz da bu cümlelerde gizli.

Yukarıda, Gülten Akın’a dair iki “seçmeler” kitabından söz etmiş, birinciyi anmıştım. İkincisi, üç yıl önce (diğer kitaplarını da yayımlayan) YKY tarafından, “Deli Kızın Türküsü” adıyla basıldı. Şiirleri, Raşit Çavaş seçmiş. Çavaş, şairin iki dizeye sıkıştırılmasından rahatsız: “Ülkede yasaklar artıyorsa, çağa ters düşen gelenekler hâlâ sürüyorsa, erkeklik kavramı ve baskısı kadılar üzerinde hâlâ sürüyorsa, bütün bunlara, sadece ‘kara saçlarını’ keserek değil bütün dizeleriyle karşı çıkan” demiş, Gülten Akın için. “Ah kimsenin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya” dizesinin popülerliğine de (haklı olarak) karşı çıkıyor. Sebebi basit: Gülten Akın, sadece bu dizelerden ibaret değil. Bu yazıyı yazmadan hemen önce, şair hakkında sohbet ederken yazımda bunları vurgulamamı istedi ve şöyle dedi: Gülten Akın’ın diğer dizelerini bilenlere selam olsun! Selam Raşit’ten, iletmesi benden.

Gülten Akın, 4 Kasım 2015 tarihinde aramızdan ayrıldı. Hayatı boyunca onca şeye direndi, ölüme direnemedi. Gidişiyle sadece Ankara değil, kalplerimiz de ıssızlaştı. Has şairimdi, hep öyle kalacak.