Apoletli medyadan 16 yıldızlı 'forslu' medyaya

Vahdet Mesut Ayan / Dr. Akademisyen

Ana akım ya da liberal iletişim çalışmalarında medya, demokratik toplumun yasama, yürütme ve yargının yanında onları kamu adına denetleyen dördüncü kuvvet olarak kabul edilir. Burada temel saik, medyayı demokrasinin sıraladığımız diğer güçlerinden bütün olarak tarafsız ve bağımsız konuma itme gayretidir. Nitekim bu anlayışta medya, kamu çıkarlarının yanında ve onun gözlemcisi olurken, diğerlerini kamu yararı adına denetlemektedir. Bu anlamıyla medya, devlet, siyaset ve ekonomik süreçlerden ve ilişkilerden bağımsız bir varoluşa sahiptir.

Toplumsal gerçekliği yansıtmadığı gibi, gerçekliği bütünüyle çarpıtan bu anlayış, medyanın güç odaklarıyla kurduğu ilişkileri de ters yüz eder; ancak konu Türkiye medyası ve ülkenin savrulduğu otoriter rejim olduğunda anaakım dışındaki eleştirel yaklaşımların da burayı tam anlamıyla analiz edebileceğini düşünmüyoruz.

Örneğin yirminci yüzyılın en önemli Marksist düşünürlerinden olan ve çalışmalarıyla Marksizmin yanı sıra devlet ve toplum kuramlarına önemli katkılar sağlayan Louis Althusser’in geliştirdiği “Devletin Baskı Aygıtları (DBA) ve Devletin İdeolojik Aygıtları (DİA)” modeli dahi günümüz Türkiye siyaseti ve onun etrafında şekillenen medyasını analiz etmede eksiktir.

Bunun nedeni, Türkiye’ye özgü koşulların etkisidir; çünkü 2015’ten başlayarak devlet, siyaset, ekonomi ve medyadaki dönüşüm merkezileşmiş ve merkezileşme sürecinde de ülke o kadar otoriter bir hâle bürünmüştür ki, Althusser’in bir dönem eleştirel medya çalışmalarına sunduğu katkı, konu bu coğrafya söz konusu olduğunda yetersiz kalmaktadır.

Açacak olursak Althusser, kapitalist toplumsal formasyonun düzenlenmesinde ve yeniden üretilmesinde devlet aygıtını kabaca DİA ve DBA olarak ikiye ayırır. Baskı aygıtları olarak hükümeti, orduyu, polisi, mahkemeleri ve hapishaneleri sıralayan düşünür; ideolojik aygıtları ise kilise, okul, aile, siyaset ve medya olarak tasnif eder. Burada ideolojik aygıtlar daha çok toplumsal rızayı sağlayarak sınıfsal sömürünün yeniden üretilmesinde işlev görür ve kapitalist toplumsal formasyonun devamını sağlar. Yani ideolojik aygıtlar bu formasyonda bir nevi kültürel bir rol oynarlar. Kilise, okul ve aile buradaki en önemli aygıtlardır ve medya kültürel işleviyle bu aygıtlardan geri kalmaz.

Buraya kadar özetlediğimiz Althusser’in kavramsallaştırması yapısalcı Marksizmin kusurlarını barındırması bir yana, gittikçe otoriterleşen Türkiye gibi ülkelerin medyasının analiz edilmesinde de aşılması gereken bir eşiktir; zira dikkat edileceği gibi medya burada da siyaset ve burjuvaziden handiyse kopuk bir düzlemde resmedilirken, tarihsel süreç içinde medyanın alacağı biçim de göz ardı edilir. Ayrıca AKP’nin hegemonya mücadelesini kaybettiğini ve Tayfun Atay’ın belirttiği gibi “kültürel iktidarsızlığını” da hesaba kattığımızda merkez medyanın iktidar için nasıl bir ideolojik aygıt olacağı merak konusudur.

Yukarıda belirttiğimiz üzere, siyasetin özellikle 2016’dan itibaren merkezileştiği ve bunun sonucunda ülkenin kısmi demokratik birikimlerini hızla erittiği bir gerçektir. Medya demokrasi birikiminin erimesinde ve otoriterleşme sürecinde merkezi anlamda etkilenen alan olmuştur. 15 Temmuz sonrası, Türkiye medyası ne anaakım çalışmalarının ileri sürdüğü gibi kamu yararı adına denetleyici bir işlev üstlenebilmiştir ne de Althusser’in belirttiği gibi salt ideolojik aygıt işlevini yerine getirmiştir.

Yönetimin merkezileşmesi, medyayı da içine alarak bu alanı bir başka açıdan dördüncü kuvvet hâline getirir. Şöyle ki, merkez medya toplumun farklı kesimlerini ve bu kesimlerin temel demokratik taleplerini susturmada ya da bastırma sürecinde iktidardan geri kalmamaktadır. Gezi Direnişinin, 15 Temmuz sonrası iktidar uygulamalarının, Afrin ve Barış Pınarı herekâtlarının eleştirisinin özellikle hükümet yanlısı medyada nasıl temsil edildiğini küçük bir arşiv taramasıyla bulabilirsiniz. Burada medya, yasama, yargı ve özellikle yürütme adına kamuyu gözetleyen, (iktidara) ihbar eden ya da farklı sesleri hedef gösteren konumdadır.

Benzer bir durum merkez medyanın ideolojik aygıtlığı meselesinde de açıkça görülür. Baskıcı bir yönetime savrulan Türkiye’de medya, hegemonyasını yitiren ve neredeyse söyleyecek sözü kalmayan iktidarın baskı aygıtı gibi çalışmaktadır. Bu anlamıyla şöyle de diyebiliriz; evet medya bir aygıttır; ancak otoriter sistemi dayatan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde devletin baskı aygıtı hâline gelmiştir. Doğan Grubu’nun tasfiye edilip Demirören’in merkeze yerleştirildiği medya ortamında yayınların iktidar dışında kalan her türlü grubu/kesimi şeytanlaştırdığına, hedef gösterdiğine şahit oluyoruz. Mehter marşıyla açılan haber bültenleri, muhalefeti görmezden gelen, gördüğünde aşağılayan ve makbul vatandaşı inşa eden haber dili topluma yönelen şiddetin bir boyutudur.

Merkez medyadan tutun sosyal medyadaki aktröllere değin hedef gösterme aleni işlemektedir. Bu öyle bir vaziyet haline gelir ki, en son Cem Küçük örneğinde gördüğümüz gibi kolluk kuvvetlerine sorgulanan ya da yargılanan vatandaşlara işkence yöntemleri önermeye kadar gider. Toplumdan gelebilecek en küçük eleştiriyi “hain”,”zillet” “terör destekçiliği” vb. olarak yorumlamak ve bunları bu şekilde haberleştirmek, demokratik talepler karşısında medyanın baskıcı tutumunu gösterir. 28 Şubat’ın apoletli medyası yeni dönemde 16 yıldızlı “forslu medyaya” dönüşmüştür.

Bunun ardında medya patronlarının ve gazetecilerin iktidarla kurduğu ekonomik ve siyasi bağı görebiliriz; zira ilk kertede belirleyici olan bu ilişki ağıdır. 2017’de gerçekleşen anayasa referandumu ve 2018’deki seçimler, yeni hükümet sistemini topluma dayatırken ülkeyi “anayasasızlaştırmıştır.” Bu, hem iktidarı hem de çevresindeki -ya da merkezindeki de diyebiliriz- medyayı da suç ve insan hakları ihlallerinde âdeta serbest bırakmıştır. Gelişmelerin doğrultusu iktidar yanlısı medyayı ve buradaki gazetecileri AKP’nin siyasi yazgısıyla birleştiren bir noktaya çekmekte.

2019’un sonunda TürkMedya bünyesinde yer alan ve Genel Yayın Yönetmenliğini Nuh Albayrak’ın yaptığı Star ve yine Genel Yayın Yönetmeni Turgay Güler olan Güneş gazetelerinin basımının sonlanması yukarıdaki görüşlerimizi doğrular niteliktedir; çünkü diğer hükümet yanlısı medya kuruluşları gibi bu iki medya organı da kamu kaynaklarından fazlasıyla istifade etmekteydi. Nitekim Yeniçağ yazarı Murat Ağırel, 2017-2019 arası TürkMedya’ya İBB’den 5 milyon 765 bin lira aktarıldığını yazdı. Bu, 2019 yerel seçim sonuçlarının üzerinden henüz bir yıl geçmeden iktidar yanlısı medyaya etkisini göstermekte. Yerel yönetimlerde yaşanan değişikliğin tirajları 100 bini bulan her iki gazeteyi kapanma noktasına sürüklemesi tiraj rakamları hakkında da fikir vermektedir. Derinleşen ekonomik kriz, dolar kurunun yükselmesi ve bunun medya ortamına etkisi, reklam pazar payını daralması gibi gelişmeler medya kuruluşlarını salt kamu kaynaklarından beslenen bir noktaya sürükler. İBB örneğinde gördüğümüz gibi, kamu kaynakları kesildiğinde iktidar yanlısı medyanın da yaşam koşulu ortadan kalkıyor.

Bunun dışında, iş dünyasının ve gazetecilerin siyasal iktidarla kurdukları partikülarist ilişki ağı, elbette AKP’nin kendi döneminde palazlandırdığı sınıfın diyet borcu olarak okunabilir. Bu borç, ilk olarak gazetecilik mesleğinde ve onun güvenilirliğindeki yıkımla kendini gösteriyor. Nitekim Konda Araştıma’nın Aralık 2019’da açıkladığı medya raporu, gazete ve televizyon gibi geleneksel medya araçlarının giderek izleyici kaybettiğini göstermekte. Bahsi geçen araştırmada Türkiye nüfusunun yüzde 74’ünün gazete okumadığı; yüzde 16’sının haberleri televizyondan izlemediği göze çarpmaktadır. Bu, son dönemde merkez medyanın AKP kontrolüne girmesinin toplum gözünde genel olarak medya güvenilirliğini, özel olarak da gazetecilik mesleğini nasıl gerilettiğini gösteren önemli bir veri sunmakta.

Bu gelişmeler ve yukarıda açıkladıklarımız, Türkiye’de medyanın ne anaakım çalışmalarının iddia ettiği gibi dördüncü kuvvet olduğunu gösterir, ne de ideolojik aygıt olduğunu gösterir; bilakis medya iktidarın baskı merkezinde yer alan, onun otoriter yönetimine –kültürel olarak değil- tahakküm aracı olarak sunduğu katkıyı açığa çıkarır; ancak gazetecilik mesleğini inatla yapmayı sürdürenler ve onların oluşturduğu yeni mecralar, sunduğumuz karanlık tablonun içinde umudu da barındırmaktadır.