YSK, İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin gerekçeli kararını açıkladı ve neyin çalındığı görüldü. Çalınan oylar değil mazbatadır, seçmen iradesidir, serbest seçimlerdir, hukuktur. “Seçimler iptal edilmeli” diyen YSK üyelerinin iptale gerekçe diye sundukları şeylerin hiçbiri aslında gerekçe değil ve zaten bunu kendileri de biliyorlar; öte yandan karara şerh düşen üyeler, seçimlerde herhangi bir usulsüzlük ya da hile […]

YSK, İstanbul seçimlerinin iptaline ilişkin gerekçeli kararını açıkladı ve neyin çalındığı görüldü. Çalınan oylar değil mazbatadır, seçmen iradesidir, serbest seçimlerdir, hukuktur.

“Seçimler iptal edilmeli” diyen YSK üyelerinin iptale gerekçe diye sundukları şeylerin hiçbiri aslında gerekçe değil ve zaten bunu kendileri de biliyorlar; öte yandan karara şerh düşen üyeler, seçimlerde herhangi bir usulsüzlük ya da hile yapılmadığını ve seçimin iptalini gerektiren bir durum olmadığını çok net bir şekilde ortaya koyuyorlar.

Bu da bize seçimlerin iptali kararına yönelik “darbe” tepkisinin ne kadar haklı olduğunu gösteriyor: sahiden de ortada YSK eliyle gerçekleştirilmiş bir darbe var, iktidar yıllardır fetişleştirdiği “milli irade”ye, o iradenin kendi lehine tecelli etmediğini gördüğünde YSK eliyle bir darbe yaptı ve bundan sonra da yapabileceğini gösterdi.

Ortada bir darbe var ve bu dile getiriliyor, güzel. İptal yönünde oy kullanan YSK üyelerinden “çete” diye söz ediliyor, tamam. Ancak dile getirmekten ısrarla kaçınılan, sessizce geçiştirilen, neredeyse yokmuş gibi yapılan, oysa meselenin özünü oluşturan bir şey var: 23 Haziran’da yapılacak seçimlere aynı YSK’yle, aynı üyelerle gidiliyor oluşu ve bunun da ötesinde bundan sonraki seçimlere de üye isimler değişse bile, benzer bir üye profiliyle gidileceği.

Peki bu ne anlama geliyor? Bunun anlamı şu: Yaratılan son içtihatla birlikte, YSK’ye ve dolayısıyla iktidara sonuçlarını beğenmediği seçimleri tanımama hakkı verilmiş oldu ve bu “sandığa yine gideriz, yine yeneriz, aynı şeyi ikinci kez yapamazlar, bu sefer sonuçları tanımak zorundalar” diye geçiştirilebilecek bir şey değil.

Çünkü mesele basitçe ve sadece İstanbul değil, asıl mesele bundan sonra yapılacak bütün seçimler ve elbette ki en önemlisi de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildiğine göre, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanacaklar.

Ortada devletleşmiş ve koltuğu serbest seçimler aracılığıyla devretmeye niyeti olmadığını ortaya koymuş bir rejim var ve bu rejim seçimi ve sandığı da buna göre biçimlendirmiş durumda. Bu yokmuş gibi yapılacak seçimlerde neler yaşanacağını ise 31 Mart seçimleri ve sonrasında yaşananlar çok net bir şekilde göstermiş durumda.

Tam da bu nedenle, bundan sonra yapılacak seçimlerin “serbest seçimler” adını hak edebilmesinin bizzat kendisinin artık bir siyasi mücadele başlığı olduğunun görülmesi gerekiyor ve bu mücadelenin unsurlarından biri olarak gerçek anlamda bağımsız ve tarafsız bir YSK’nin talep edilmesi, bu talebin gündemleştirilmesi ve toplumsallaştırılması şart.

Oysa gerekçeli kararın içinin ne kadar boş olduğu ve bütünüyle siyasi bir nitelik taşıdığı, yani İstanbul seçiminin iktidar tarafından iptal edildiği görüldükten sonra dahi, YSK’nin bu yapısıyla adil ve eşit şartlarda bir seçim yapılmasının imkânsız hale geldiğinden ve YSK üyelerinin istifa etmesi gerektiğinden, bağımsız ve tarafsız bir YSK kurulmasının bir zorunluluk olduğundan ve ancak böylelikle Türkiye’de gerçek anlamda serbest seçimlerin yapılabileceğinden hiç söz edilmedi.

23 Haziran’da İstanbul’da yapılacak seçimler nasıl sonuçlanır bilemiyoruz ama şu an yaşanan sürecin bundan sonra yapılacak bütün seçimlere örnek teşkil etmesi istenmiyorsa, en azından 23 Haziran sonrasında, adil ve eşit bir seçim mekanizmasının tüm kuralları ve kurumlarıyla hayata geçirilmesi mücadelesinin en az seçimler kadar önemli olduğu anlaşılmalı. Aksi takdirde yaptığımız şeye “seçim” demek imkânsız hale gelecek çünkü.