“Lise 1’e giden oğlum okuldan geldi. Anne, ‘Pantolonum okulun istediği pantolon olmadığı için dersime giremedim. Derse almadılar; bir gün yok yazıldım’ dedi. Babası bunu duyunca çok üzüldü. Babası, ‘Hemen gidip alalım oğlum’ dedi. Gebze’ye gidip pantolon aldılar. Akşam 21.00 gibi eve geldiler. Eşim bize, ‘Artık hemen yatın. Işıkları kapatın, televizyonu kapatın, ben çok yorgunum’ dedi. Sabah erkenden uyandım, baktım banyoda ışık yanıyor. Herhalde ışık açık kaldı dedim. Kalktım baktım kendini asmış.”


İsmail Devrim bir süredir işsizdi, geçim sıkıntısı çekiyorlardı, çocuğuna gidip o pantolonu almıştı ama belli ki artık dayanacak gücü kalmamıştı. Eşi Devrim’in intiharını böyle anlattı.

Aynı gün, insanca çalışma koşulları istedikleri için tutuklanan havalimanı işçilerinden birinin dışarıya ulaştırdığı bir not düştü önümüze. Şöyle diyordu:

“Biz inşaat işçileri olarak gasp edilen haklarımızı talep ettiğimiz için tutuklandık. Aslında bu talepler sadece bizim değil, insanca yaşamak isteyen tüm emekçilerin talepleridir. Bizlere sahip çıkan avukatlarımıza, milletvekillerine, sendikacılara, bütün emekçilere selamlarımı gönderiyorum. Yine sizlerin desteğiyle buradan başım dik çıkacağım.”
•••

Perşembe günü Damat Bey artık alışık olduğumuz sunumlarından birini gerçekleştirdi ve “burası önemli yeni ekonomik program”ı açıkladı. Her ne kadar kayınpeder, sunumdan bir gün önce “Kriz mriz yok, bunların hepsi manipülasyon” dediyse de, yeni program üstü örtük bir şekilde krizin varlığını kabul ediyor ve önümüzdeki birkaç yıl boyunca ekonominin yavaşlayacağını, enflasyonun ve işsizliğin ise yüksek bir seyir izleyeceğini söylüyordu.

İktisatçılar açıklanan programı “IMF’siz IMF programı” şeklinde değerlendirdiler, çünkü IMF programlarının temelini tıpkı bu programda olduğu gibi “kemer sıkma politikaları” oluşturuyordu. Kemeri kimin sıkacağı ise belliydi. Sermaye, şirketler, bankalar süreçte kurtarılacak, borçları yeniden yapılandırılacak, tüm bunların maliyeti ise halka yıkılacak, fatura halka ödetilecekti.

Aynı gün BirGün’de Hüseyin Şimşek’in haberinde, daha başında olduğumuz halde krizin sosyal yardımlar üzerindeki etkisi şöyle anlatılıyordu:

“Dövizde, faizde, işsizlikte ve enflasyonda yaşanan yüksek artış karşısında iktidar ilk çareyi yurttaşlara yapılan yardımlarda kesintiye gitmekte buldu. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre ‘hane halkına yapılan karşılıksız yardımlar’ı ifade eden harcama kalemi, ağustos ayında geçen yılın aynı ayına göre 1 buçuk milyar TL’den fazla azaldı.”
Sahiden de geçen yılın ağustos ayında hane halkına yapılan yardım 3 milyar 555 milyon lirayken, bu sene 1 milyar 636 milyonluk kesintiye gidilmiş ve 1 milyar 919 milyon liraya inmişti. Yani fatura daha şimdiden en alttakilere, en muhtaç olanlara kesilmiş, yoksulluk artarken sosyal yardımlar azalmıştı.

•••

Çarşamba günü bu köşede yayımlanan “Açlığın sesi mehterin sesini bastırdığında” adlı yazımızda şu soruyu sormuştuk:
“Kitleler işsizliği, hayat pahalılığını, tüketim olanaklarının giderek daraldığını, sosyal yardımların azalışını gördüklerinde, yani giderek daha da yoksullaştıklarını fark ettiklerinde, mehtere, hamasete sarılmaya devam mı edecekler, yoksa homurdanmaya mı başlayacaklar?”

Perşembe günü açıklanan program, Türkiye’nin önümüzdeki en az üç yıl boyunca kriz koşullarında yaşayacağının iktidar tarafından kabul edilmesi anlamına geliyor. Kendini yakan insanlar, çaresizlikten intihar eden babalar, “Köle değiliz” diyen ve tutuklanan inşaat işçileri, sosyal yardımlarda kesintiye gidilmesi, bunların hepsi de krizin henüz başlangıcında gözlemlediğimiz ve gidişatın nereye olduğunu gösteren emareler.

Kriz dönemleri, “sınıf savaşı” denilen şeyin bütün çıplaklığıyla görülebildiği dönemlerdir, halka açılan savaş böyle dönemlerde elle tutulur, gözle görünür hale gelir, toplum olan biteni diğer zamanlarda olduğundan çok daha fazla anlar, daha fazla sorgulamaya başlar. Sermaye ve iktidar gelmekte olan krize karşı kendi savaşına hazırlanıyor, kendilerini kurtaracak tedbirleri alıyor, faturayı halka yıkmanın hesabını yapıyor. Halkın, emekçilerin, giderek yoksullaşan toplumun da krize ve kendisine açılacak savaşa hazırlanması gerekiyor.

Çok somut başlıklarda, ücretlerin enflasyonun altında kalmaması, asgari ücretten vergi alınmaması, işsizlik fonunun amaç dışı kullanılmaması, başta temel gıda maddeleri olmak üzere tüketimden alınan vergilerin azaltılması, ücretliler üzerindeki vergi yükünün aşağı çekilmesi, buna mukabil, servetten, kazançtan, zenginlikten alınan vergilerin artırılması ve buna benzer çok sayıda taleple, bu savaşın karşı cephesinin örülmesi ve muhalif siyasetin buradan kurulması, yaklaşmakta olan belliyken kaçınılmaz bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor.