Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ile birlikte mağlup olduğu için o yıllara ilişkin anı kitaplarında hep yenilmiş bir ulusun acıları anlatılır.

Büyük bir savaşın sonunda galip gelecek orduların da askerleri öldüler, yaralandılar, hatta esir düştüler.

Bunlardan biri olan İngiliz subayı Harold Amstrong, savaş ve sonrasında yaşadıklarını hatırat şeklinde titiz bir günlük gibi yazmış sonra da bu metinler önce Vakit gazetesinde tefrika ediliyor sonra da 1928’de kitap haline getirilip basılıyor. “Türkiye Nasıl Doğdu” (*) adlı kitabın birinci baskısına yazılan önsözünde yazar şöyle takdim ediliyor:

“Harold Amstrong, Mütareke yıllarında İstanbul’da İngiltere Olağanüstü Komiser Yardımcılığı ve Askeri Ataşeliği, Müttefikler Başkumandanlığı Erkân-ı Harbiyesi’nde Jandarma Müfettişliğinde bulunmuştur.”

Yani sıkı bir asker!

Ancak yukarıdaki “fiyakalı” görevlere gelmeden önce 1915 yılında Kûtul-Amâre’de Osmanlı askerlerine esir düşüyor.

Sonra da Bağdat, Musul, Nusaybin, Res’ul-Ayn, Halep, Eskişehir, Ankara güzergâhı dolaştırılarak Kastamonu’ya getiriliyor.

Kastamonu’da hastalanınca doktor, Harold’a “hava değişimi” yazıyor! Yanına da bir Türk subayı refakatçi olarak verilerek İstanbul’a gönderiliyor.

İngiliz esir subayı hatıralarında “Türk subayları” diyor:

-Çok misafirperver ve terbiyelidirler!

Bu satırları okuyunca hemen “adam esir zaten, ne yazsın” demeyin. Aşağıdaki bölümü okuyun lütfen. Esir İngiliz, Haydarpaşa Askeri Hastanesi’ne yatırılıyor. Sonrasını onun anlatımına bırakayım daha iyi:

“Hastanede sağımdaki karyolada genç bir Türk subayı yatıyordu. Bu genç, Harbiye Nazırı ve Türkiye diktatörü Enver Paşa’nın akrabasıydı. Enver Paşa bu akrabasını ziyaret için bizim odaya geldi. Paşa ufak tefek temiz ve yakışıklı bir gençti!”

Ne kadar pozitif değil mi? Ama devam edelim lütfen:

“Enver Paşa, Türk milletinin beni ‘şerefli misafir’ kabul edeceğini söyledi. Bu ‘şerefli misafir’ sözü beni çok hiddetlendirdi. Ben bu adamın emriyle, Bağdat, Musul, Halep ve Kastamonu’da çuvalların İngiliz cesetleriyle dolduğunu, yanı başımdaki odada birçok İngiliz’in elleri kolları kesik beklediğini aklıma getirdim. Enver Paşa’ya hiddetin kızıl gözüyle bakarken pek az Türkçe kelime ile karşımdan çekilerek cehenneme kadar gitmesini söyledim!”

Peki, anlı şanlı Enver Paşa bu hakaret karşısında ne yapıyor dersiniz?

Yine Harold Amstrong’a dönelim:

“Enver Paşa yerinden hiç kımıldamadı, Fransızca olarak terbiyesizliğimden üzüntü duyduğunu söyledi. Benim Harbiye Nezareti’ndeki hapishaneye gönderilmemi emretti!”

Amstrong’un maceraları bu kadarla bitmiyor. Hapishaneden İstanbul Valisi’ne kurşun kalemle şikâyet mektubu yazıyor. Vali anında onu makamına çağırıyor. Şikâyetlerini dinliyor. Sonra da hapishane müdürü Cemal’i de çağırtıyor. İngiliz subay anlatsın:

“Vali Cemal’i şiddetle azarladı. Sonra yüzüne bir tokat indirdi ve odasından kovdu!”

Amstrong daha sonra trenle Afyon’daki esir kampına sevk edilmek üzere Haydarpaşa Garı’na geliyor. Burada Türk subaylar onu tebrik ediyorlar!

Neden mi?

Bir İngiliz denizaltısı Çanakkale Boğazı’ndaki mayınların altından geçerek Marmara’ya girip pek çok hedefi bombalamıştı.

“Türk subaylar İngiliz denizaltı komutanının gösterdiği cesaret dolayısıyla beni tebrik ediyorlardı!”

Eski yılların savaşçılarının günümüzün sporcularından daha fazla “Fair-Play” (rakibin onuruna saygı) kurallarına uyduklarını görebiliyoruz.

Bugünden bakınca gayet rahat biçimde şöyle diyebiliriz:

-Başka bir dünya varmış!

(*) Türkiye Nasıl Doğdu/Harold Amstrong/Ark Kitapları/İstanbul/2011