Terörle mücadele adı altında, İbrahim Kaboğlu gibi, yandaşa bile “Bu işte iş var” dedirtecek bir ismin ve beraberindeki yüzlerce kıymetli hocanın üniversitelerden ihraç edildiği bu günlerde hatırlamakta fayda var. 34 gencin ve 101 barış gönüllüsünün öldüğü Suruç ve Ankara Garı katliamlarının araştırılması için muhalefet tarafından Meclis’e sunulan öneri AKP oylarıyla reddedilmişti. 246 kişinin öldüğü darbe girişimini araştırmak üzere kurulan Meclis komisyonu ise, sürecin önemli askeri ve siyasi sorumlularıyla görüş(e)memiş ve darbe gecesine dair akıllara takılan soru işaretlerine tatminkâr cevaplar bul(a)madan dükkânı kapatmıştı. Ancak son KHK’lerle görülüyor ki, hükümet bu alandaki başarısızlığına inat; bilim, sanat ve fikir üreten insanların peşine düşmekte pek mahir. Türkiye, bir yandan vasata ve cehalete teslim edilirken, diğer yandan tarihinin en kanlı terör saldırılarıyla ilgili devam eden soruşturmalarda adaletsizliğe yürüyor.

20 Temmuz 2015’te Kobaneli çocuklara oyuncak götürmek için bir araya gelen 34 gencin öldüğü Suruç Katliamı ile ilgili iddianame 18 ay sonra kabul edildi. 10 Ekim 2015’te barış için bir araya gelen 101 kişinin öldüğü Ankara Katliamı sanıklarının ise hâkim önüne çıkarılması için 1 yıl geçmesi gerekti. Suruç ve Ankara’nın failleri ortak; Yakup Şahin, Deniz Büyükçelebi ve İlhami Balı. Suruç iddianamesinde yer alan ve Ankara Katliamı’nın da faillerinden olan 12 kişi hakkında ise “kovuşturmaya yer yoktur” kararı verildi. İlhami Balı, Türkiye’nin kırmızı listeyle aradığı ve 2002 yılından beri emniyet tarafından takip edilen biri. 2013’ten itibaren telefonu dinlenmiş, e-postaları okunmuş. Emniyet ve istihbaratın gözü kulağı üzerindeyken, IŞİD’e katılmak isteyen binden fazla militanın Türkiye’den Suriye’ye geçişine ön ayak olmuş. Suruç saldırısını gerçekleştiren Abdurrahman Alagöz ve Ankara saldırısında kendini patlatan Yunus Emre Alagöz kardeşler, devletin yıllardır takip ettiği Balı’ın kontrolündeki hücrelerde yetişmiş. Balı ve katliamların diğer faili olan Büyükçelebi arasındaki telefon kayıtları ise imha edilmiş! Diyarbakır, Atatürk Havalimanı, Suruç ve Ankara olmak üzere dört terör saldırısının planını yapıp düğmeye basan, Suriye’ye binlerce militanın geçişini sağlayan Balı, Türkiye zindanları gazeteci, yazar ve siyasetçilere rezerve edildiğinden olsa gerek elini kolunu sallaya sallaya memleketten gitmiş.

İktidar, terörle mücadeledeki kararlılığını, fikir ve düşünce dünyasına baltayla girerek göstermeyi tercih ededursun; bugün, Türkiye’nin en büyük katliamlarından olan Suruç ve Ankara’ya ilişkin süregiden davalar, kanıtların ve sorumluların eksiksiz bir şekilde adalet önüne çıkarılmamasından dolayı, kayıp yakınlarının “Burada tiyatro oynanıyor” diye isyan ettiği bir sürece dönüştü. Kamu görevlileri hakkında Ankara Valiliği soruşturma yürütülmesine izin vermedi. Patlama sonrası, insanların yaralılara yardım etmeye çalıştığı anlarda halka gaz sıkan polislerle ilgili soruşturmaya gerek görülmedi. Savcıya göre polisler her şeyi yasalar çerçevesinde yapmış ve ‘kusursuzlar’. Basına yansıyan belgeler arasında Yunus Emre Alagöz’ün kendisini patlatacağına yönelik 8 Ekim 2015’te elde edilen istihbarat bilgisi vardı. Ancak bu bilgi terörle mücadele müdürlüklerinin eline ulaştığında takvimler 10 Ekim’i gösteriyordu. Bombalar patlayalı ve 101 insan öleli 4 saat olmuştu. Bu ihmalin sorumlularını takip etmeye gerek görülmüyor. Kaldı ki, yaralı ve kayıp yakınlarının tazminat talebi üzerine açılan davaya gönderdiği savunmada İçişleri Bakanlığı şöyle diyecekti: “Asılsız katliam iddiasıyla açılmış haksız davanın reddi gerekmektedir.”

Nasıl ki barışın, özgürlüğün peşine düştüysek, canlarımızın hesabının da peşini bırakmayacağız, diyen yüzlerce insan aylar sonra mahkemede çok zor, çok sancılı bir sürece tanıklık ediyor. Avuçlarına tüy gibi bırakılması gereken adalete kavuşmak için bütün güçleriyle mücadele ediyorlar. Geliyorum, diye bağıran bu katliamlara neden seyirci kalındığını soruyorlar. Validen, Emniyet’ten, MİT’ten şikâyetçiler. Ambulanstan önce neden TOMA’ların geldiğini soruyorlar. Yaralılara yardım etmeye çalışan alandaki sağlık emekçilerine gaz sıkan polislerden şikâyetçiler. Tabutlarda çocuklarını, umutlarını taşıyan ana babalar soruyor? Neden? Duruşma salonunda ailelere “Hepiniz teröristsin” diyen polislerden şikâyetçiler. Sadece salondakiler ceza alacaksa bunun adı adalet mi diye soruyorlar? Baştan ayağa bütün sorumlulardan şikâyetçiler. Amaç terörle mücadele ise, adalet bekleyen davalar, cevap bekleyen sorular ortada. Ama iş ‘terörle mücadele’ ise, yazardan, hocadan suçlu yaratmaksa, orada hepimizi yutacak bataklıktan başka bir şey yok.