Sağlık, huzur, mutluluk diliyoruz birbirimize. Çocukların gözlerinden, büyüklerin ellerinden öpüyoruz. Kısa, sıcak ziyaretler hediye ediyoruz birbirimize. O günden asgari beklentimiz, tatlı yiyip tatlı konuşabilmek. Nasılız? Vallahi ne olsun, yuvarlanıp gidiyoruz işte. Afiyetteyizdir inşallah. Çocuklar büyümüş, maşallah. Kolonya? İçimiz ferahladı çok şükür. Daha nice bayramlarımız olsun. Olsun tabii. Nasıl alırdınız? İç düşmanlı? Dış düşmanlı? Yerli? Milli? Başkanlı?

• • •

En iyisi ‘birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günler’ temalı bir bayram olsun bu. Hem bayramın birleştiriciliği vurgulanmış olur hem de 7 Haziran’dan sonra ölen yüzlerce insanın üzeri genişçe bir bayrakla kapatılır. Bir buluş değil elbette. Vatan, millet, bayrak; devletlerin ezelden beri işlediği suçlara uydurduğu bir kılıf paketi. Öleni bayrağa saracaksın, ölümü sorgulayanı vatan haini ilan edeceksin, kardeş kavgasına karşı çıkana karaktersiz diyeceksin. Basını da kontrol altında tutacaksın ki, gerçekler kafa bulandırmasın. Düne kadar barış diyenler bugün neden savaş diyor, diye isyan edenin yüzüne fırlatılacak ‘vatan hainliği’ her zaman kenarda hazır bekleyecek.

• • •

Elbette ki, yediden yetmişe, çocuktan kadına bu kadar çok ölümün yaşandığı ülkemizde kardeşliğin anılmadığı bir kutlama düşünülemez. O söz ki, Türkiye’de onlarca yıl yaşanan/yaşatılan sürgünlerin, hak ihlallerinin, eziyetlerin, katliamların ayrılmaz bir parçası. Tıpkı Anadolu hoşgörüsü gibi... Biz kardeşiz. Ayrılamayız. Aaa? Gerçekten mi? Yok yahu, samimiyetsizlikten. Savaş uçaklarıyla kendi halkını öldürmüş bir ülkenin kardeşliğe inanan her yurttaşı gibi, üç gün önce Roboski’de parçalanan çocuklarını battaniyelere saran ana babalar siyahlar içinde ağıt yakarken, ben havai fişek gösterisi izleyerek yeni yıla giriyordum. Etle tırnak gibiyiz. Ya Cizre? Neresi dedin kardeşim?

• • •

Uzak, çok uzak Cizre. Gezi’de, “İstanbul’un göbeğinde yaşadıklarımızı televizyonlar nasıl vermez?” diye isyan eden bir diğer ‘kardeş’, medyanın penguenleşme tarihinin Gezi’yle başlayıp bittiğini sanıyor. Cizre için devletin her sözüne inanmaya hazır. Çünkü Cizre çok uzak. Kimsenin ülkeyi bölmesine izin vermeyecek o ‘kardeş’. Askerden kaçmak için, askerlik yapmasını engelleyen vücudundaki her sağlıksız yağı özenle korudu. Şimdi elinde bayrakla sokakta yürüyor. Operasyon değil, katliam istiyor. Bayram çocuğu...

• • •

Bir de Anadolu hoşgörüsü var. O da, her bayramın, her kutlamanın içinde. En az kardeşlik kadar riyakâr. Nedir? Olası ‘rahatsız edici farklılığını’ sakladığı için kahveye kabul edilen azınlığa gösterilen anlayış. İnancını reddeden, dilini unutana sunulan bir ‘hediye’. Başkasının evine, hayatına çökmekten hicap duymayanın, Rum mahallesindeki Rum’u sormayan, zanaatını öğrendiği Ermeni ustanın niye öldüğünü merak etmeyen, başkasının tutmadığı oruçtan kendi inancına hakaret yazan, yıllarca beraber yaşadığı yan komşusunu bir gecede düşman belleyenlerin reklam repliği. Anadolu hoşgörüsü, üzerini örttüğü büyük acılar nedeniyle, insanı dalgasını bile geçmekten caydıracak kadar yalan dolan bir şey.

• • •

Ne birbirinin acısına sırtını dönmüş insanlardan kardeş olur, ne de kendinden saymadığını yok etmek için elinde çakmakla kapıda bekleyenlerden hoşgörü neferi çıkar. Hasılı bir bayram daha, aslında bir bayram değil. Bizi bir arada tuttuğunu sandığımız şeyler bir riyadan öte değil. Bu ülke, ne olursa olsun eşit, özgür ve insanca bir hayat isteğinden vazgeçmeyen iyi insanların yüzü suyu hürmetine dağılmıyor. Kıyısından köşesinden bayrammış gibi yapabiliyorsak, barış umudunu ayakta tutan gönüller sağ olsun.