“Bu seçimi öncekilerinden farklı kılan tek bir şey söylemeniz gerekse ne söylerdiniz” diye bir soru sorulsa, buna verilecek yanıt “ekonomik kriz” olmalıdır. Sahiden de, 2008 küresel krizini ve etkilerini bir yana bırakırsak -ki o da 2009 yerel seçimleri üzerinde hayli etkili olmuştu- AKP döneminde krizle gidilen ilk seçim bu. İktidar partisinin kendi durduğu yerden en […]

“Bu seçimi öncekilerinden farklı kılan tek bir şey söylemeniz gerekse ne söylerdiniz” diye bir soru sorulsa, buna verilecek yanıt “ekonomik kriz” olmalıdır.

Sahiden de, 2008 küresel krizini ve etkilerini bir yana bırakırsak -ki o da 2009 yerel seçimleri üzerinde hayli etkili olmuştu- AKP döneminde krizle gidilen ilk seçim bu.

İktidar partisinin kendi durduğu yerden en büyük başarısı, 2000 ve 2001’deki büyük ekonomik krizlere yönelik toplumsal tepkiyle iktidara geldikten sonra, dünyadaki para bolluğunu da kullanarak ekonomik krizi öteleyebilmesi, düşük faizler ve düşük kur aracılığıyla tüketim olanaklarını artırabilmesi, enflasyonu dizginleyebilmesi ve büyüyen pastanın çok küçük bir bölümünü de yoksullara çeşitli mekanizmalar aracılığıyla dağıtabilmesiydi.

Çok açık bir şekilde görülüyor ki artık bunun sonuna gelmiş bulunuyoruz, bu modelin sonuna gelindi ve Türkiye ekonomisi, artık sadece döviz fiyatıyla değil, çarşı pazardaki yangınla, işsiz anne babalarla ve işsiz gençlerle, daralan tüketim olanaklarıyla, tüm toplumun hissettiği bir şekilde derin bir krize girmiş bulunuyor.

İşte tam da bu nedenle, belki de ilk kez, bir seçim sürecinde iktidarın beka söylemiyle pratikte olup bitenler örtüşmüyor, beka söylemine uygun hareket edilemiyor ve bu söylem halkta bir karşılık bulmuyor.

Beka, her zaman bir ya da birden fazla düşmanı gerektirir, ancak bu yetmez, toplumu gerçek bir tehdidin varlığına, düşmanın gerçekten de tehlikeli olduğuna inandırmanız gerekir ki, bir sahiciliğiniz olsun.

Metin Akpınar’dan, Müjdat Gezen’den, Deniz Çakır’dan işlevsel birer düşman çıkmayacağı çabuk anlaşılmış olmalı ki, mesele çoktan kapandı gitti. Tutuklanacak vekil, kayyum atanacak belediye kalmadı. “Kandil’e gireriz” demenin bir karşılığı yok. Trump’la kavga edilemiyor, çünkü Brunson meselesinde tek bir mesajıyla ülke ekonomisine neler yapabileceğini gösterdi. Gezi iddianamesinin yaratabileceği hiçbir etki bulunmuyor. Suriye’de yeni bir operasyona hem ABD hem Rusya izin vermiyor. Akdeniz’de Yunanistan’la ve Rumlarla dalaşmak da istenen sonucu vermez.

Velhasıl, ortada memleketin bir beka sorunu olduğuna dair gece gündüz zihinlere boca edilen bir söylem var ama tehdidin kaynağı neresi, düşman kim bilemiyoruz, çünkü düşman icat etmenin sınırlarına gelindi, şapkadan yeni bir tavşan çıkarılamıyor, yeni bir düşman bulunamıyor.

Peki bunun siyasal sonuçları olacak mı? Ülkede bir ekonomik kriz var ve bir beka sorunu yok, toplumun çok önemlice bir bölümü de bunun farkında, dolayısıyla olacak. Ancak bu sonuçların derecesi ve derinliği hakkında bir şey söylemek şu an sahiden güç.

AKP’li seçmen, “kriz var ama bunu yine Reis çözer” söylemiyle blok halinde partisinin arkasında mı durur, yoksa en azından bir bölümü krizin faturasını AKP’ye kesmek için sandığa gitmemek ya da muhalefetten bir partiye oy vermek gibi bir tutum içerisine mi girer?

İkinci ihtimal daha güçlü görünüyor, ancak az önce söylediğim üzere, bunun derecesi ve derinliği ne olacak, büyükşehirlerden kaç tanesi kaybedilecek, oylardaki düşüş kaç puan olacak, seçim gecesi bunun önü ne tür müdahalelerle nasıl kesilmeye çalışılacak henüz bilemiyoruz.

Bu sonuçlar, rejimin kaderi ve gidişatı üzerinde de ciddi sonuçlar doğuracak. Seçimden sonra, IMF’yle anlaşma ihtimalinden S-400 alımına, ABD’yle yaşanacak yeni bir krizin ekonomik krizi derinleştirmesinden erken seçim ihtimaline, “Cumhur İttifakı”nın yoluna devam edip etmeyeceğinden yeni bir sağ parti kurulup kurulmayacağına uzanan genişlikte, “sıcak bir yaz”a adım atmış olacağız.