Tarih 22 Ağustos 1970’ti. Necmettin Giritlioğlu, Aliağa rafinerisi inşaatının kapısında kalbinden vurularak öldürüldüğünde 26 yaşındaydı. Yaşasaydı bugün 75 yaşında olacaktı. Muhtemelen Türkiye işçi sınıfı hareketinin önde gelen simalarından biri olacaktı ve mutlaka başka türlü bir sendikacı olarak tarihe geçecekti. Necmettin öldürüldüğünde Yapı İşçileri Sendikası’nın (YİS) genel başkanıydı. Belki de en genç genel başkandı. Gencecik yaşında Ereğli’den Aliağa’ya emek hareketinin en hareketli ve belki de en tehlikeli bölgelerinde gözünü budaktan sakınmadan yer aldı. 1970’ın Türkiyesinde TİP’ten THKP-C’ye yol alırken harekete işçi-emek damarı katmaya namzetti.

Ereğli’den Aliağa’ya sanayileşmenin küçük kasabaları nasıl dönüştürdüğüne, işçi sınıfının oluşumuna, metal işçilerinin, yapı işçilerinin mücadelesinin yükselişine tanıklık etti. Sadece tanıklık etmedi, boylu boyunca mücadelenin tam ortasında yer aldı. Onun kısacık ömrüne Türkiye’nin sosyal, siyasal ve sendikal dönüşümünün önemli uğrakları eşlik etti.

Aliağa rafinerisinin önünde grev pankartını astıktan kısa bir süre sonra işverenin adamı olarak bilinen bir mafyatik şoförün grevi kırmak için fabrikaya girmesine engel olmaya çalışırken öldürüldü. Aliağa rafinerisi inşaatı bir yandan ABD’li bir yandan SSCB’li şirketler tarafından inşa ediliyordu. Bu şirketlerden birinin taşeronu Kozanoğlu-Çavuşoğlu şirketi idi. Kozanoğlu-Çavuşoğlu grubu daha sonra Türkiye’nin büyük sermaye gruplarından biri olacaktı. Aliağa inşaatında o dönem Rus işçi ve teknisyenler de çalışıyordu. Bunlar arasında Putin ve Jirinovski de vardı. Bir yandan ABD’liler, bir yanda Ruslar, bir yanda Kozanoğlu ve Çavuşoğlu grubu ve kuşkusuz devlet de pür dikkat kesilmiş olmalı.

YİS gibi mücadeleci ve ele avuca gelmeyen bir sendikaya, dediğim dedik, hakkını mahkemelerde, bürokraside, fabrika kapısında arayan, pes etmeyen bir sendikaya tahammül yoktu. Nitekim işveren de YİS’i istemedi. YİS’in önünü kesmek için diğer sendikayla toplu iş sözleşmesi imzaladı. Sermayenin taktikleri o zaman da aynıydı. Bunun üzerine Necmettin ve arkadaşları grev kararı aldılar. 21 Ağustos gecesi grev pankartını hazırladılar. Gece sendika faaliyeti için kullandıkları dernekte sandalyelerin üzerinde uyudular. Sabah grev yerine yürüyerek gittiler, ceplerindeki 30-35 lirayı toparladılar. Bütün paraları oydu. Kapıya boydan boya kendi elleriyle yazdıkları “bu işyerinde grev vardır” pankartını astılar. Sendikanın arabası yoktu, binası yoktu, sendika başkanının koruması yoktu. İnandıkları davaları vardı, emeğin davası… Meselesi olan bir sendikacıydı, ideali olan...

Grevi başlattığı saatlerde vuruldu Necmettin. Ölümü tesadüf değildi. Patronların ve karanlık güçlerin hedefiydi. Grevi kırmak isteyenler Necmettin’i vurmuştu. Tarih 22 Ağustos’tu, arkada 15-16 Haziran’ın ve yükselen işçi hareketinin görkemi vardı, önde ise 12 Mart kâbusu. Yükselen işçi hareketi ve toplumsal muhalefeti bastırmak isteyenler pusudaydı. Necmettin genç yaşında büyük bir toplumsal dönüşümün tam ortasındaydı. Aliağa’dan sonra büyük hedefleri vardı: Yapı işçilerinin mücadelesini bütün Anadolu’da büyütmek...

Necmettin kısacık ömrünün birkaç yılına upuzun bir ömürden daha fazlası sığdırmıştı. Ereğli, Ankara, Aliağa üçgeninde birkaç yılda bir ömre bedel işler yaptı. Kısa bir zamanda uzun bir yol almıştı. Ereğli’de, Türkiye İşçi Partisi İlçe Sekreteri’ydi, DİSK’in kurucu sendikası Türkiye Maden-İş’in Gençlik Kolları Başkanı’ydı, Erdemir grevinde en öndeydi… Ankara’da, üniversite gençliği içinde şekillenmeye başlayan devrimci oluşumun içindeydi. Öğrenci hareketinden gelmiyordu ama yükselen gençlik hareketinin içindeydi. Bir yandan, daha sonra THKP-C’ye dönüşecek hareketin çekirdeğindeydi. İşçi ve sendika hareketini devrimci öğrenci hareketine bağlayacak köprülerden biriydi Necmettin Giritlioğlu. Ölmeseydi kim bilir nasıl bir etkisi olacaktı hareket üzerinde. Başucu kitabı olan Jack London’ın Demir Ökçe’sinin başkahramanı Ernest Everhard’dır aslında Necmettin. Everhard, Jack London’ın olmak istediği devrimci tipidir, Necmettin’in de.

Can Şafak, yine titiz bir çalışmayla bu kez bir devrimcinin hatırasını anlatıyor. Bir yandan bir insanı, bir yandan bir dönemi ve bir yandan bir devrimciyi duru, sade, akıcı bir dille anlatıyor. Tarihi yapanlar ile tarihi yazanların ilişkisi karmaşıktır. Tarihi yapanları anlayarak tarihi yazmak için onların safında yer tutmak önemli. Can Şafak, emeğin tarihini yapanların yanında saf tutarak ama titizlik ve bilimsellikten de ödün vermeden o tarihi yazıyor. Önceki çalışmalarındaki titizliği, detayları çalışmadaki sabrı burada da devam ediyor.

Necmettin’in hatırası geçmiş değil. Bugün emek hareketi bu haldeyse biraz da Necmettin’lerin yokluğundandır. Necmettin sadece yapı işçilerinin umudu değildi, başka türlü devrimci bir sendikacılığın da umuduydu.

Can Şafak, Bir Devrimcinin Hatırası, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 27. sayfa