Otoriter, ancak kendine itaat edenle yaşayabilir. Karşı gelemez, kararlarını sorgulamayı teklif dahi edemezsiniz. Şahsi hırsını ulvi bir amaca bağlamak ise varlığını sürdürmek için kilit öneme sahiptir, ama yetmez. Bir otoriter biatçılarını artırmak ve korumak için etrafına mutlaka maddi zenginlik sunmalıdır. Refah öylesine bol olmalı ki, payını alan, bunun başkasından eksiltilerek kendi sofrasına konduğunu anlamasın. Fark ettiğinde ise nasıl olsa çok geç olacak ve tıpkı bir bağımlı gibi alıştığı imtiyazlı hayatı bırakmak istemeyecektir. Belki önce görmeden, ama sonra gözlerini gerçeklere kapatarak ‘kazanımlarını’ korumaya çalışır. Günün sonunda kimse kendine, mesleğine, inancına tek bir kişinin hırsları yüzünden ihanet ettiğini itiraf etmek istemez. Devletimin, ülkemin, dinimin, ırkımın bekası için yaptım der. Ancak sonuç öyle yıkıcı olabilir ki, bir süreliğine ‘kazanç’ olarak görülen şey, hayat boyu sürecek bir utanca dönüşüverir. İnsan gölgelerinden kurtulamaz belki ama yönetme şansı her zaman vardır.


***

Halka karşı sorumluluğunun üzerini çizip otoritenin hizmetine girenler; kanuni değil siyasi karar alan hukukçular; sahte rapor yazıp şiddetin izlerini gizleyen doktorlar; kendi insanını düşman görüp topla, tüfekle, copla saldıran askerler, polisler; talana, hırsızlığa göz yuman bürokratlar, vekiller; kişisel hırsların kuyrukçusu olup insan hayatını hiçe sayan her türlü eziyetin yanında duranlar… hepsi de, rejimin can suyu taşıyıcısıdır. Buna karşın, otoriterin karşısına dikilip kafa tutanlar da tarihte hiç eksik olmadı elbette.

Yaşamı ve adaleti savunarak, baskı ve şiddete rağmen halka doğruları söylemekten vazgeçmeyerek, meslek etiğine sahip çıkarak bu emir komuta zincirini kırdılar. Dolayısıyla ya otoriteye biat eder ve meslek tanımınızdan kamuya hizmeti çıkarırsınız ya da tercihinizi, daha sonra sizi büyük bir utançtan ve suç işlemekten koruyabilecek mesleki ahlak değerlerine sahip çıkmaktan yana kullanırsınız.

***

Geçen hafta Furkan Vakfı üyelerinin eyleminde yaşanan polis şiddetinin simge fotoğrafı oldu başörtülü polis. Copunu havaya kaldırmış saldırıya geçecekken, inancının ‘incitmeyeceksin’ buyruğunu unutmuştu belli ki… Başörtülü polisin diğer bir başörtülü kadına saldırması kimi muhafazakârları şoke etti. Oysa o cop otoritenin düşman gördüğü bütün ‘ötekilerin’ üzerine milyar defa inip kalktı bu ülkede. O kadın polisin fotoğrafı, sadece siyasal İslam’ın ikiyüzlülüğünün değil, otoriterin din ve beka sosuna batırılmış hırs ve arzularının da vücut bulmuş hali. Tıpkı 8 Mart kadın yürüyüşünde, 14 Mart tıp bayramında ve 21 Mart nevruzunda da arzı endam ettiği gibi… AKP’nin ‘benim türbanlı bacım’ cümlesinin ardına sakladığı siyasi gündem, Adana’da Furkancıların eyleminde yaşanan işkence görüntüleriyle sarsıldı sarsılmasına ama hükümetten gelen ‘orantısız oldu’ kabulünü pişmanlık olarak değerlendirmek yanıltıcı olur. İktidar ortağı Bahçeli’nin de açıkça belirttiği gibi, polis orada otoritenin koruyucusu olarak ‘alnı öpülesi’ bir performans göstermiştir.

***

Otoritenin, otoritesini koruyabilmek için açıktan karşı çıkanı yine açıktan, herkesin görebileceği şekilde cezalandırması gerekir. Erk sahibi, biat etmeyene yaşam hakkı tanımayarak toplumda gerek mesleki etik, gerek manevi değerler açısından ağır bir çürümeye sebep oldu. Çözemeyip de biriktirdiği her sorun da karşısındaki cepheyi genişletti. Dolayısıyla şiddetiyle temas eden kitleler çeşitlendi. Ancak bu iktidarın geri adım atacağı anlamına gelmez, ki zaten artık kendini ‘durursam düşerim’ otomatik pilotuna bağlamış bulunuyor.

AKP’li yöneticilerin Furkan Vakfı eylemindeki polis şiddetini ‘orantısız’ bulması bir geri adımdan ziyade, otoritenin gücünü göstermek isterken durumun istenmeyen bir yere varmasından… İktidar şiddetin kendisinden değil, halkın fazlaca ilgisini çekmiş olmasından rahatsız. Muhalefetin, görüşüne katılmadığı Furkan Vakfı’nın ifade ve eylem hakkının savunulmasından yana tavır alıp ışığı devlet şiddetinin üzerine tutması önemli. Demokrasiyi, copun indiği yere bakarak değil, indir(t)enin elini görerek kurabiliriz.