‘Esudullah Tim, Cundullah Tim, Türk’ün gücünü göreceksiniz, Biz geldik yoksunuz kızlar, Türk’ün dişine kan değdi…’

Silvan’da, Sur’da, Cizre’de tanık olduğumuz yazılamaları toparlayıp bir gönderme yaptılar.

Duvarda bir yazı: “JÖH-PÖH… İki deli bir araya gelirse…”

Fakat sahne değişince… Aşağı yukarı aynı zamanda… Bir polisi vurdular, hem de gözümüzün önünde. Tam da böyle oldu işte…

Yıllarca ‘kötülere’ karşı çık, ‘arka sokaklarda’ itle kopukla mücadele et… Vurul vurul düşme… Olacak iş mi şimdi bu?

“Uyandım, kötü bir rüyaymış gördüklerim…”

Terzi bir anneyle, şoför bir babanın oğlu… Tek çocuk.

Evvel zaman şehir sokaklarında damalı taksiler… Arnavut kaldırımlarını arşınlayan ‘kayık gibi’ Chevrolet’ler.

Kim bilir belki de babasının şoför koltuğundaki o görünüşüne borçlu klasik otomobil tutkusunu.

Şimdi üçünü de sattı, tiyatrosuna yatırıyor Şevket Çoruh…

‘Arka Sokak’ların, ‘Komiser Mesut’uymuş… Vurulduktan sonra anladık değerini.

Yoğun bakımdadır şimdi.

Ölecek mi?

Kapitalizm, patron, yapımcı aklı bu; belli mi olur?

Memleketin kokusuna, ruh haline, gidişine bakacaklar. Hele bir 17 Nisan sabahı olsun her şey belli olur.

434. bölümdü. Duvarda bir yazı… JÖH-PÖH’ü birleştirip, toptan mesajı verdiler: “İki deli bir oldu.”

Aynı bölümde bir polisi vurdular. Kader işte!

“Uyandım, kötü bir rüyaymış gördüklerim…”

Hakikatte de… Gerçeğin rüyayla, kâbusun hayalle, komedinin trajediyle iç içe geçtiği bir ülkedir şimdi. Bir nevi dizi setidir!

Çoruh, nam-ı diğer Komiser Mesut, 16 Nisan’da ‘HAYIR’ oyu vereceğini açıkladığı için kovulan İrfan Değirmenci’ye destek olduğu ve ‘Benim de rengim HAYIR, beni de kovun’ dediği için yoğun bakımdadır. Bir bölümde tekmil rezilliğin, korkaklığın, ikiyüzlülüğün, sahtekârlığın, alçaklığın anlatımıdır.

Şevket Çoruh, Komiser Mesut, 434 bölüm kurşunlardan kaçıp, ağır ağır yaralanıp kurtulduktan sonra… Ölecek mi şimdi peki?

Bunun cevabı referandumda değildir…

Bu; ölüm değil bilakis… Yeni bir doğumdur.

‘Korkuya teslim olana inat’, korktuğu halde cesur olanın, ülkeyi paraya pula satmayanın, üç günlük dünya için, üç kuruşu takmayanın doğuşudur. Kıytırık bir polisiye dizide, ‘onurlu’ bir polisin yerini bulan sloganıdır.
İktidarı, patronu, dostu arkadaşı… Bir olup gözümüzün içine baka baka bir polise sıktılar.

Ölümcül bir hastanın başucundaki dijital göstergenin yok oluş sesi mi bu?

Aksine;

“Medyadan atıp televizyonlarımızı kaparsanız yenilerini açarız, sanat için ülke değil eldeki avuçtakini satarız, ille de bir çaresini buluruz” çığlığıdır bu.

Sanatın, sanatçının, devrimin olgunlaşmasıdır.

Ölüm değil, yeniden doğuşun müjdesidir.

Telaş etmeden, kırılmadan, incinmeden…

Nasıl seslendiriyor Şevket Çoruh çektiği muhteşem videoyu:

“Güneşe söyleme sakın, kuşlara çocuklara, şarkılara, umutlarımıza söyleme bunu… Ya da sen en iyisi Yaşar Usta gibi söyle… ‘Ben büyüğüm’ de. ‘Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz, biz güzel bir aileyiz’ de. Önce ‘sen’ de. Bak, ‘Biz de buradayız işte, biz kalabalığız, biz birbirimizi seviyoruz, Biz güçlüyüz be… Kötü bir rüyaymış gördüklerim uyandım ‘HAYIR’ olsun’ de!”