Dile kolay, dolu dolu yaşanmış, neredeyse her yılına bir albüm sığdırılmış 44 yıl var geride.

Bir uzun koşu, 40 şahane şarkı

40 yıl olmuş… Aslında 44. Selda Bağcan, 44 yıldır hayatımızda. Sanatçı, bu 44 yılı, bir dizi albümle taçlandırmak üzere kolları sıvadı ve “40 Yılın 40 Şarkısı” başlıklı serinin ilkini geçtiğimiz günlerde yayımladı. Eşzamanlı olarak bütün albümlerini üçerli paketler halinde piyasaya veren Bağcan, “toplu eserler”iyle yeniden huzurda. Geçtiğimiz yıl bu vakitler, BirGün’lük Festival’de özlem giderdiğimiz bu şahane ses, bir yandan eskileri yayımlarken, diğer yandan, eski sound’unu yeniden bulduğu İsrailli genç grup Boom Pam’le konserlerini sürdürüyor. Selda’nın tarihi, memleket tarihinin de özeti aslında.

2010’da, Merve Erol’la birlikte Selda’ya gitmiş, taze dergimiz Bir+Bir adına bir söyleşi yapmış, ilk sayıda yayımlamıştık. Aklımıza takılan milât meselesini orada sormuştuk: “1990 tarihli ‘Anadolu Konserleri’ albümünüzün kapağında ’20. yılım’ demiş, 1970’i milât yapmıştınız. Bu hesapla, müzikteki 40. yılınız…” Gülerek verdiği cevap, eğlenceliydi: “Milât 71 aslında. 2011’de 40. yıl olacak. O albümü yayımlarken ’19. yıl’ diyemezdim herhalde, yuvarladım. 63’ten beri şarkı söylüyorum. O zamandan sayarsak 47 yıl oluyor! Ankara Radyosu’na bantlar yapmıştım, onları bulursam 47. yılımı kutlayabilirim.”

Hikâyenin başlangıcı radyoya yapılmış bantlar belki ama Selda adını duyduğumuz tarih, 1971. İlk iki plak, “Kâtip Arzuhalim Yaz Yare Böyle / Mapushane İçinde Mermerden Direk” ve “Tatlı Dillim Güler Yüzlüm / Mapushanelere Güneş Doğmuyor”, o yıl Ankara’da yayımlandı. Sonrası, fırtına gibi estiği yıllar: Birbiri ardına çıkan 45’likler onun adını bütün Türkiye’ye duyururken, Zeki Müren, bir söyleşisinde onu onore ediyordu: “Folk akımı, müzik dünyamıza dinamizm, pek çok genç yetenek ve en önemlisi Selda gibi bir değer kazandırmıştır.”

Muğla doğumlu Selda ama gözünü, henüz bebekken gittiği Van’da açmış. Babasının erken ölümü, anneyi dört çocukla Ankara’ya sürüklemiş. Hikâye de burada başlıyor zaten… Abileri Savaş, Sezer ve Serter, kendisi gibi müzisyen. Ankara’da konserlere gidiyorlar, yeni yeni yeşeren rock macerasına önce dinleyici sonra icracı olarak katılıyorlar. Selda’nın gözü, şarkıcılıkta. Dönemin en meşhurlarından Ankaralı Alpay’a gidiyor, Alpay,kendi stüdyosunda yaptığı kayıtları radyoya gönderiyor ve Selda’nın sesi ilk kez radyodan duyuluyor. Papağan gibi ecnebi şarkılar söylerken bir anda yüzünü memlekete dönüyor. Elinden tutan iki isim var o yıllarda: Meşhur türkücü Saniye Can ve organizatör Erkan Özarman. Ankara’da okuyan bir genç gitarcı olan Selim Atakan’la yollarının kesişmesi de, Özarman sayesinde. Atakan anlatsın: “Fen Lisesi’ndeyken dönemin modasına uyup birkaç aranjman yapmıştık ama türkü dinlemek gibi bir alışkanlığımız yoktu. O sırada, 1972’de Selda’yla tanıştım.Erkan Özarman getirdi, ‘sesi çok güzel bu kızın Selim, ona plak yapacağız, sen de çalacaksın’ dedi. Birlikte İstanbul’a geldik, plak yapmaya! Şişli’de bir stüdyoya girdik, bende bir tek gitar var, başka bir şey yok. ‘Katip Arzuhalim Yaz Yare Böyle’, ‘Tatlı Dillim’, ‘Mapushanelere Güneş Doğmuyor’ gibi şarkıları orada kaydettik. Çift gitar vardı, Selda o dönem gitar çalmasını bilmiyordu, tek gitarın yetersiz olduğunu düşündüm, ikisini de ben çaldım…”

O dönemki popülerlikte, bir anda ortaya çıkan bir dedikodunun büyük etkisi var: “Deniz Gezmiş’in nişanlısı” diye anılmış, ilk yıllarında… “Hiç tanımıyordum ama, o şarkıları onlar için söylemiş oldum. Zamana denk düşme diye bir şey var ya, 12 Mart’a denk düştü benim söylediğim şarkılar da. Ummadığım kadar büyük bir furya oldu bu yüzden. Bu kadarını tahmin etmiyordum, siyasal bir içerik kazandığını da anlamadım uzun süre. Anladığımda da Deniz Gezmiş’in nişanlısı olmuştum çoktan!”

Giderek sertleşen söylemi, memleket meselelerine ilgisi, onu hep popüler kıldı. Maden işçilerinin dramından yoksulluğa, Almanya’daki işçilere kadar pek çok meseleyi şarkılarında dillendirdi. Bu, onu bambaşka bir yere koydu. Selda, sözünü hiç sakınmayan şarkıcılardandı ve bilhassa 70’lerin sonunda, en güçlü muhalif çalışmalarına imza attı.
80’li yıllarda, “özgün müzik” ismini sahiplenen şarkıcı, Selda’ydı. İlk ürünlerini, Hasan Hüseyin Demirel önderliğinde Ahmet Kaya ve Ferhat Tunç’un verdiği, Emre Saltık, Arif Kemal gibi isimlerce sürdürülen bu “tür”, Selda Bağcan’ın prodüktörlüğünü yaptığı “Özgün Müzik Şöleni” adlı kasetlerle ölümsüzleşti. Bugün sorduğunuzda, protest müzik yaptığını söylüyor ama bir dönem “radikal müzik” ifadesini dillendiren de oydu.

Selda’yı, ilk kez, Ankara’da izledim. Sonradan, “Anadolu Konserleri” adıyla yayımlanacak kaydın yapıldığı Derya Sineması konserinde. İnsan Hakları Haftası çerçevesindeydi ve hemen öncesinde, Gençlik Parkı’ndaki kültür merkezinde müzikteki yasakları anlatmıştı. Hevesli, heyecanlı bir gençtim, sonunda o dönem toplatılan “Özgürlük ve Demokrasiyi Çizmek” adlı kasetini imzalatmış, bir de fotoğraf çektirmiştim. Murat Karayalçın’ın başkanlığı döneminde yapılan belediye etkinliklerinden sadece birisiydi bu. Melih Gökçek henüz gelmemiş, Gençlik Parkı’ndaki kültür merkezi kahveye dönüştürülmemişti. “Anayasso”dan “Yuh Yuh”a, “Gesi Bağları”ndan “Sol Kolum Yaralı”ya külliyatının en önemli şarkılarını seslendirdiği bu özel resital, Selda’nın verdiği en güzel konserlerden biri.

Aslında Selda hakkında çok şey söylenebilir. Dile kolay, dolu dolu yaşanmış, neredeyse her yılına bir albüm sığdırılmış 44 yıl var geride. Üstelik hâlâ üretiyor, Selda. Siyaseti, olaylara bakış açısı tartışılabilir ancak sesi, yorumu, tartışılmayacak kadar iyi. Dünya da bunun farkında üstelik. Anlatmayayım, “40 Yılın 40 Şarkısı”nı alın, dinlerken içindeki ayrıntılı kitapçıkta kaybolun. Selda hakkında merak ettiğiniz çok şey orada var. Şarkılar, bütün zamanların en iyileri üstelik. Bununla yetinmeyin, ilk fırsatta canlı dinleyin. “Büyük şarkıcı” ne demek, göreceksiniz.