Suriye’ye gönderilen tırlar dolusu silaha ses etmeyenler, sosyal medyadaki profillerinde bu fotoğrafı paylaşarak (ya da “ah paylaşamıyorum ben bunu” nidalarıyla mevzudan söz ederek) “insanlık” yolunda önemli bir adım attı.

“Bir yere varılmaz  bu boş kafalarla…”

Yine acayip bir haftayı geride bıraktık. Aylan Kurdi ve kardeşinin ölümü üzerine çok şey yazıldı, yazılacak; Bodrum’da sahile vuran Kurdi’nin cansız bedeni, yürekleri dağladı. Çocukların, sadece çocukların değil, her yaştan insanın savaşlarda öldürüldüğü bir dünyada yaşamak istemediğimizi bir kere daha haykırdık ama bu talep, yine kabul görmedi. Dahası, polis, 1 Eylül’de alanlarda toplanan ve barış isteyen insanlara saldırdı.

Suriye’ye gönderilen tırlar dolusu silaha ses etmeyenler, sosyal medyadaki profillerinde bu fotoğrafı paylaşarak (ya da “ah paylaşamıyorum ben bunu” nidalarıyla mevzudan söz ederek) “insanlık” yolunda önemli bir adım attı. Şüphesiz acıda “bir”leşme hali gerçek, küçücük bir çocuğun ölümünün yarattığı acı öyle can yakıyor ki, bu paylaşımların sahte olduğu düşünülemez bile. Fena olan, bu fotoğraf üzerinden isyan edenlerin, ertesi gün savaşı destekler bir hal alması. Bunlar içinde en ağırı, CHP’nin, tezkereye “evet” demesiydi. Benim açımdan değişen bir şey yok, bu hamlenin beni şaşırtmadığını söylemeliyim. Yine de, kendi adıma, “barış” için seferber olan, dillerinden bu kelimeyi düşürmeyen, çok değil birkaç gün öncesinde, Dünya Barış Günü’nde sokaklara dökülen partinin temsilcilerinin, hiç olmazsa barışı savunur bir hal almalarını beklerdim. Aylan’ın ölümünün yarattığı infial, yazık ki vicdanlara sıçramamış. 1Mart tezkeresinin reddi gibi bir hamle beklemek -ki Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı ilk darbedir bu- şüphesiz mânâsız. Yine de insan umudunu hiç kaybetmiyor. Üzücü olan, tezkere oylamasında ısrarla barışı savunan, söylemini hiç değiştirmemiş partinin, hâlâ savaş kışkırtıcısı olarak gösterilmesi. AKP, savaştan beslenen kadrolarıyla, barış için çabalayan HDP’yi sürekli hedef gösteriyor. Geçtiğimiz hafta yazmıştım, tekrarlayayım: Savaştan uzak bir Türkiye, AKP’nin daha da palazlanamayacağı bir yer olacağından, barış, Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını korkutuyor. 1 Mart tezkeresinin reddedildiği dönemde, mor ve ötesi’nden Aylin Aslım’a, Bülent Ortaçgil’den Feridun Düzağaç’a pek çok insanın katılımıyla yapılan “Savaşa Hiç Gerek Yok”u anabiliriz bu bahiste ama buna da gerek yok. Barışın ne kadar önemli ve elzem olduğu konusunda bir şüphemiz yok zira.

Güneydoğu’da, seçimlerden sonra bir anda hortlayan savaş, memleketin her yanına ateş düşürdü. Ölen asker ve polislerin cenazelerinden yükselen tepkiler, devletin her koşulda kaybettiğinin göstergesi. “400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içerisinde çözülsün” diyen Erdoğan, bu tepkiler karşısında daha da ileri giderek, ölen bir askerin kardeşine “abiniz de bu mesleği seçmeseydi” demeye kadar vardırıyor sözü. Bir dönem, Erbakan’ın ağzından duyduğumuz, “[adil düzen kurulacak ama] geçiş dönemi kanlı mı olacak, kansız mı” cümlelerini hatırlatıyor bu. Buradan da Rashit’in bir şarkısı geliyor akla: “İnsanların suçu yoktur savaşlarda / Tek suçlu varsa, o da garip politika / Bir yere varılmaz bu boş kafalarla / Sınırlar yalnız duvardaki haritada…” Sınırları korumak uğruna “daha nice evladımızı kurban vereceğiz” diyen Ahmet Davutoğlu, kendi çocuğunu bu savaşa gönderebiliyor mu? Bu “garip politika” ve onu yaratan “boş kafalar”, ne zaman kendi acılarını yaşayacak? Yaşasalar, bu savaşlar olur mu? Sahi, “şehit olmak istiyorum” diyen “sayın” bakan, şu anda ne yapıyor? Kendisini geçelim, çocukları nerede? Başkasının çocuğuyla kahramanlık yapmak o kadar kolay ki…

Tuhaf bir haftayı geride bıraktık demiştim… Yeni Kültür Bakanı’nın tuhaf açıklamalarından hiç söz etmeyeceğim. “Ben kültürlüyüm”ü ispat uğruna pot üstüne pot kıran “sayın” bakanın bakanlığı, Antalya Film Festivali’ni “erteledi”. 12 Eylül döneminde de ertelenmişti bu festival. Yüzler, sesler ve isimler değişse de icraat aynı! Bu noktada, Ergin Günçe’nin dizeleri geliyor akla: “Onlar niçin böyle çirkin olurlar / Bir tek güzel faşist yaşamamıştır.” Halkına zulmedenler, onların yanında yer almayanlar çirkindir ve eninde sonunda yalnızlığa mahkumdur.

Bakın, bir önceki seçimlerde CHP’nin ağır topu olarak tanıtılan emekli müftü İhsan Özkes, tezkere oturumunda yalnız kaldı… Hatırlarsınız, Üsküdar’da belediye başkanlığı için yarışmıştı ve CHP marifetiyle meclise girdi. “İsraf sarayı” olarak adlandırdığı mekâna, 30 Ağustos günü ayak bastı. “Hz. Muhammed bunu yapmazdı” cümlesinden “Hz. Muhammed yaşasaydı o da bu saraya gelirdi” cümlesine uzanan yol kısa belki ama Özkes’in halk nezdinde kaybettiği irtifa bir hayli yüksek. “Dava”yı terk etme halleri, her dem görülen hadiseler. Bu meclis, “fırıldak” lakaplı milletvekilleri gördü. Özkes ne ilk ne de sol olacak. Bugünlerde adı dillerde ama bir gün kimse onu hatırlamayacak.

Duvara “savaşa hayır” yazan lise öğrencisinin tutuklandığı bir ülkede yaşıyoruz. 12 Eylül dönemindeydi bu, Kenan Evren cumhurbaşkanıydı. Bugün, bunu söyleyenlere, barış talebini dile getirmek için sokaklara dökülenlere saldırıyorlar. 12 Eylül sonrasında palazlananlar, o dönemin sürdürücüsü olma yolunda emin adımlar atıyorlar. Sorsanız, “ileri” demokrasilerinde, bütün özgürlükler mevcut. Devletin televizyonunda/radyosunda Ahmet Kaya çalınamıyor, içinde içki, mey, sarhoş gibi kelimeler geçen şarkılar yayınlanamıyor, kitaplar daha basılmadan imha ediliyor ve yazı yazanların çoğu tutuklanıyor ama “özgür”üz. Yere batsın böyle özgürlük!

Erdoğan, kendisini kediye benzeterek karikatürleştiren Musa Kart’a ve bunu protesto amacıyla “hayvanlar alemi” kapağı yapan Penguen’e dava açmış, kaybetmişti. Bugün, eleştirilere kapalı “saray”ında oturuyor ve hakkında laf edilemiyor. Eski liderlerin icraatı kıyasıya eleştirilirken, haklarında şarkılar yazılırken, Erdoğan, bunların tümünü engelliyor. Kendisi içmediği için sigara ve içkiye düşman, okumayı sevmediği için kitap okuyanı sevmiyor. Tiyatroya gittiğini görmedik, heykeller hakkındaki fikrini biliyoruz. Sevmediği şeyleri yok etmeye çalışan “sayın” cumhurbaşkanını, “özgürlük havarisi” sananlar var. Onların bu yanlış inanışı, yazık ki memleketi batıracak. Bu memleket ki 6-7 Eylül’den 12 Eylül’e nice badire atlattı. Elbette bunu da atlatacak. Umudumuz, hayatımızın şu kısacık döneminde gördüğümüz acıları daha fazla yaşamamak.

Uzatmayayım, A. Kadir tarafından Türkçeleştirilen bir Brecht şiiriyle noktayı koyalım… “Duvara Tebeşirle Yazılan” adlı şiir, kısacık ama çok etkili: ‘Savaş istiyoruz!’ / En önce vuruldu / bunu yazan.” Sadece masum insanlar ve çocukları değil, savaş, bir gün onu isteyeni de vuracak. Kimseyi vurmaması, en iyisi. Umalım ki, öyle olsun.