Memleket müziğinde geçmişten geleceğe uzanan bir köprü. Gökçen Kaynatan Orkestrası’nda pişen, Apaşlar’la sahneye bomba gibi düşen Karaca, sonrasında her dem ortalığı karıştıran şarkılar yaptı

Cem Karaca, tartışmalı isimlerden. Tartışmasız kısımlar da var: Bütün zamanların en büyük rock şarkıcısı, şahane bir romancı. Üç dakikada, ciltlerle anlatılamayacak şeyleri anlatmaya muktedir. “Tamirci Çırağı”nı hatırlayın: Ezilmiş bir emekçiden bir “işçi sınıfı kahramanı” yaratabilmek, maharetlerin en güzeli değil mi? Yorum da önemli elbette burada… “Tamirci Çırağı”nı kim söylerse söylesin, Cem Karaca gibi olmuyor; o çırak başka dillerde hep güçsüz kalıyor.

Memleket müziğinde geçmişten geleceğe uzanan bir köprü. Bakırköy’den yola çıkan ve Dinamitler, Jaguarlar gibi erken dönem topluluklarıyla ısınma turları atan, İlham Gencer’in işlettiği Çatı’da sahne alan, Gökçen Kaynatan Orkestrası’nda pişen, Apaşlar’la sahneye bomba gibi düşen Karaca, sonrasında her dem ortalığı karıştıran şarkılar yaptı. Apaşlar döneminde, bir yandan “Resimdeki Gözyaşları”, “Bu Son Olsun”, “Ayrılık Günümüz” gibi şahane Mehmet Soyarslan bestelerini yorumlarken, diğer yandan Karacaoğlan’dan Emrah’a bu toprağın seslerini sevdiği müzikle harmanladı. Kardaşlar’da biraz daha “özüne” yaklaştı. “Dadaloğlu”, o dönem yaptığı isyan şarkılarından biri. “Sonraki” Cem Karaca’nın ilk örneklerinden. Aslında, öncesinde, Apaşlar ve Ferdi Klein Orkestrası eşliğinde yaptığı “Oy Bana Bana” var –ki sözleri tam da bugünü anlatıyor: “Ele geniş olan şu yalan dünya / Bilmem ki yar neden dar bana / Bize hücum etti cahil sürüsü / Artık kesseler de beni kar bana // Kendim gibi olmayana yaramam / Geldi geçti ömrüm sanki bir akşam / Sağımda solumda kıble aramam / Hem kıbledir hem kâbedir yar bana…”

“Dadaloğlu”, Cem Karaca’nın söylediği ilk isyan şarkısı belki ama son değil. “Beyaz Atlı” ile başlayan Dervişan dönemi, devleştiği yıllar. Hiç unutmam, 70’li yılların son deminde, İzmit Fuarı’nda Dervişan eşliğinde Cem Karaca’yı dinlemiş, sahnede olup bitene hayret ve heyecanla bakmıştım. Çocukluğumda hafızama kazınan ve sonra unutmak durumunda kaldığımız o “dev”, yıllar sonra bambaşka bir yolla hayatıma girdi. Bir gün, TRT’de yayımlanan Anneler Babalar Çocuklar programında, onu annesi Toto Karaca ile gördüm. Çocukluğumdaki Cem Karaca imajı farklıydı. Sahnede gördüğüm o “dev” bir yana, Yunanistan televizyonu ERT’de yayımlanan görüntülerini çok net hatırlıyorum: Türkçe konuşuyordu ve darbenin kötülüklerini anlatıyordu. Şarkı söylemeyen bir Cem Karaca, çocuk aklımla bana pek bir şey ifade etmiyordu. Sözünü ettiğim Toto Karacalı program, 1988’de yayımlanmış olmalı. Cem Karaca, bir önceki yılın 28 Haziran’ında memlekete dönmüş, dönüşü çok tartışılmıştı. Gidişi de olaylı olmuştu… Şubat 1981’de Hafta Sonu gazetesinde yayımlanan bir fotoğraf, tuhaf serüvenin başlangıcı. “Cem Karaca garip hesaplar peşinde” manşetiyle çıkan gazete, 1979’da 1 Mayıs alanında çekilen o eski fotoğrafın altına şu cümleyi yazmıştı: “Geçenlerde düzenlenen bir yürüyüşte, elinde mikrofon sanatçıyı göstericilere direktifler yadırırken görenler ‘Cem liderliğe oynuyor!’ demişler. Ama neyin liderliği, işte düğüm noktası burada!” Karaca, bu haber sonrası kendisine yapılan “yurda dön” çağrısını kabul etmeyince, 1983’te vatandaşlıktan çıkartıldı. Sonrası, Almanya’da sürgün yılları… Cem Karaca, grubu Die Kanaken ile tiyatro oyunlarında yer aldı, sahneye çıktı, Almanya’da yaşayan Türkiyelilerin dertlerini dile getirdi ama hasreti hiç dinmedi. 1985’te Münih’te dönemin başbakanı Turgut Özal’la görüşen Karaca, Türkiye’ye dönmek istediğini ona bildirdi. Özal, hukuki işlemleri başlattı. 1987’de, hakkında verilen gıyabi tutuklama kararı kaldırılınca, Karaca, Türkiye’ye döndü. O yıl, “Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar” adlı albümü çıkarttı. Yukarıda sözünü ettiğim Ankara konserinden hemen önce –ki o konserde izleyiciler arasında Turgut Özal da vardı.

bize-hucum-etti-cahil-surusu-111196-1.Cem Karaca çok suçlandı o dönemde… Özal’ın elini öptüğü, “dava”dan vazgeçtiği söylendi ve kendisine “dönek” sıfatı yakıştırıldı. Şanar Yurdatapan ve Melike Demirağ, o günlerde Yeni Gündem’de yayımlanan bir “açık mektup” yazmış, Cem Karaca’ya şu soruyu sormuşlardı: “Sen 7 yıl önce kaybettiğin Türkiye’ye kavuştun. Ama acaba Türkiye ‘7 yıl önce kaybettiği Cem Karaca’ya mı kavuştu?” Bundan birkaç yıl sonra ODTÜ Bahar Şenliği’nde “Parka” söylemediği için yuhalandığına ve sahneden indirildiğine bizzat şahidim. Konserlerinde “Tamirci Çırağı” yerine “Kâhya Yahya”yı söyleyen ve söylemeden önce “Çırak büyüdü artık kâhyalık yapıyor, adını o zaman sormamıştım Yahya’ymış,” diyen Karaca, ölümüne yakın eski şarkılarını sandıktan çıkarttı ve yeniden söylemeye başladı. Ancak solun tavrı çok uzun süre değişmedi.

Yine de bir iade-i itibar var: 2003 yılında ilki yapılan BarışaRock sahnesi, Karaca’nın “eski” kitlesiyle yeniden buluştuğu yer. Heyecanını ve tedirginliğini, festivali düzenleyen isimlerden Taner Öngür’den dinlemiştim, mealen aktarıyorum: “Cem o gün öğlen içmeye başlamış. Aksilik bu ya, onu almaya giden araba bozulmuş ve biraz geç kalmış. Son eşi İlkim, kendisine dönüp üzüntüyle ‘bak beni almaya gelmeyecekler’ dediğini anlatmıştı bana o gece…”

Cem Karaca’yla 1989 yılında tanıştım. Ankara’da, Vakkorama’da bir söyleşiye gelmiş, söyleşinin sonunda gitarıyla birkaç şarkı söylemişti. Çekinerek yanına yaklaştığımı ve sorduğum birkaç meraklı soruya verdiği uzun cevapları hatırlıyorum. Ayrılmadan hemen önce boynumda asılı fotoğraf makinesini görmüş, “fotoğraf çektirmeden mi gideceksin?” demişti. Çektirdik. En değerli fotoğraflarımdandır.

Cem Karaca üzerine çok şey söylenir. Burada keseyim ama gitmeden bir tüyo vereyim: Yarın, YouTube üzerinden yayın yapan Motto Müzik kanalı için hazırladığım Plak Dolabı adlı programın özel bölümü yayımlanacak ve Taner Öngür ile Cem Karaca’yı konuşacağız. Burada eksik kalanları orada tamamlayacağız.

Saygı ve hasretle andığım bir isim, Cem Karaca. Hep öyle kalacak.