Katliamlar ülkesine dönüşen Türkiye’de iki önemli dava arka arkaya görüldü. Ankara Tren Garı patlaması davasının 3.’üncü duruşması ve ‘34 canın yitirilmesinin üzerinden 21 ay geçtikten sonra başlayabilen’ Suruç davası çakıştı.


Suruç ve Ankara; kısa yoldan ülkenin bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, olamayacağı süreci özetliyor. 7 Haziran- 1 Kasım 2015 tarihinde yaşananlar, Suruç katliamının müştekilerinden birinin net ifadelerine yansıyor: “Bu katliam, AKP’nin kaybettiği iktidarı kanla geri almasının ilk adımıdır!”

İki seçim arasında
Gerçekte de iki seçim arasında olanlar, çok ‘derin’ ipuçları veriyor. Defalarca üzerinde durduğumuz ‘biri olmasa, diğer katliam da önlenebilecekti’ yargısı, tutanakların, iddianamelerin satır aralarında gerçekliğe dönüşüyor.

Kısaca bir kez daha ele alalım. Urfa, Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’nde gerçekleşen saldırıdan önce emniyete gelen istihbaratlarda, önlem alınması talep ediliyor. İlçenin önemli yerlerindeki MOBESE’lerin izlenmesi, dahası polislerin olası canlı bombalara karşı güvenlik önlemleri almaları isteniyor. Ne var ki net bilgilere rağmen, patlama gerçekleşiyor. Suruç ile Ankara arasında büyük bağlar var: ekip aynı, katliam bombacıları kardeş.

Müstakbel ‘şahadet çocuğu’nun adı bile belliydi
‘Yıllardır takip edilen’ Antep ekibi her iki katliamı da planlarken, IŞİD’in canlı bomba deposu Adıyaman da görmezden geliniyor. Adıyamanlı Şeyh Abdurrahman Alagöz Suruç’u, abisi Yunus Emre Alagöz, Ankara’yı kana buluyor.

Devlet Suruç’u patlatan ve ‘buz gibi IŞİD’ci olduğu bilinen’ bombacının abisini de ‘başı boş’ bırakıyor. Ankara patlamasından önce toplam 62 istihbarat raporu var; bunlardan biri de, patlamanın olduğu gün yollanıyor. Dahası bu istihbarat raporlarından birinde Suruç’u patlatan bombacının abisi Yunus Emre Alagöz’ün de adı geçiyor: Ankara’yı kana bulayacak olan müstakbel ‘şahadet çocuğu!’’

Katliamlardan sonra elleriyle koymuş gibi buldular!
İlginç bir durum var; uzun süredir devam eden teknik ve fiziki takibe, tüm IŞİD yapılanmasının bilinmesine rağmen ilk patlamayı ‘göremeyen’, ikincisini ‘engellemeyen’ devlet, Ankara’dan sonra operasyonlara başlıyor. Failleri, eliyle koymuş gibi tek tek yakalıyor. Fakat aralarından bazıları ve ‘her ne hikmetse’ en önemlileri, yapılan emniyet operasyonlarında ‘ölü’ ele geçiriliyor.

Antep Emiri Yunus Durmaz ve katliam planlayıcısı Halil İbrahim Durgun kendilerini Antep’te polis operasyonu sırasında patlatıyor. Yani emniyet böyle söylüyor. ‘Ölü ele geçirilen’ ve adeta buharlaşan bir diğer sanık da ‘katliamların şifresi’ konumundaki Antep ekibinden. Mehmet Kadir Cebael, aynı zamanda Antep’te 59 kişinin yaşamını yitirdiği düğün patlamasının da planlayıcısı.

Patlayan ceset böyle mi olur?
IŞİD’cileri önce denetimli serbestlikle salıp sonra bir daha almak adet! Bunlardan biri de Ankara Katliamı planlayıcısı Halil İbrahim Durgun’un eşi Esin Altuntuğ. ‘Ankara’ 3.’üncü duruşmasına da onun ifadeleri damga vuruyor.

Altıntuğ’un İfadesi çarpıcı: “Eşim kendini patlatmamış olabilir. Adli Tıp Kurumu’nda eşimi teşhis ettim. Cesedinin sadece çenesi kaymıştı. Kan bile yoktu. Cebinden 172 TL çıkmıştı. Onu da bana verdiler. Kendini patlatan insandan bu paralar çıkmaz. Sağ yakalansaydı çok şey konuşacaktı. Bu yüzden öldürmek istediler ve öldürdüler.”

Ortam mı hazırladılar?
Bu ifadenin üzerine, iki haberimizi ekleyelim.

Birkaç zaman önce yaptığımız ilk haber, ‘kendini patlattığı’ söylenen Yunus Durmaz’ın kardeşi ve Ankara dosyası sanığı Hacı Ali Durmaz’a ait. Ankara katliamından hemen sonra yakalanan Hacı Ali Durmaz; “Eylem planımız olmadığı halde abime ölümünden kısa süre önce intihar yelekleri gönderildi. Kimin gönderdiğini anlayamadık” diyor. Büyük ihtimalle Antep’teki evde patlayan yelekler bunlar!

Diğer haberimiz, 3.’üncü duruşmadan birkaç gün öncesine ait. Söz konusu yazıda; kendini patlatan sanıkların otopsi raporlarının avukatların her türlü girişimine rağmen elde edilemediğine vurgu yapıyoruz.

Bu dosyalar kapanmayacak!
Esin Altuntuğ’un ifadeleri hem çarpıcı hem de önemli. Üzerine başka ifadeleri de koyalım:

‘Anket yaptık oylarımızın arttığını gördük…’

‘Ver 400’ü iş sorunsuz çözülsün…’

‘Millet kaosu seçti!’

Katliamlar…

Ağzı olup konuşanla, patladığı için konuşamayan arasındaki bir kara delik.

Süreci biliyoruz, sürece tanık olduk. Dünyada değişen rüzgâra göre, Selefi katillere, İslamcılara, dincilere ayar verip işin içinden ‘Ankara Merkez patlıyor herkes’ diyerek sıyrılmak…

Bu kadar ‘kaosun’ olduğu yerde ‘her nasılsa insanın aklına bazen edebiyat da düşüveriyor. Mesela Stendhal’in sözleri…

“Eşkıya; ya paramızı, ya da canımızı alır. Oysa bazı siyasiler, ikisini birden alıyor.”

Edebiyattan sıyrılıp; noktayı koyalım: Yok, öyle yağma, bunu bir kenara yazın; sonun başlangıcı asla kapanmayacak bu dosyalar olacak.