Yüksek faiz ve kur şokunun yarattığı belirsizlik yatırımları iyice tavsatacak, düşen yatırım eğilimi birlikte öngürülen yüzde 5,5’lik büyüme ile ya çok yavaşlayacak ya da durma noktasına gelecek

Bu kurla büyüme nereye gider?

Geçen haftaki yazımızda 1,25 puan yükseltilerek yüzde 17,75’e getirilen politika faizinin başta konut sektörü olmak üzere birçok sektörde firmaların hesaplarını değiştirdiğinden hareketle bir sonraki yazımda bu değişen hesaplar ve etkilerini ele alacağımı ifade etmiştim. Ancak geçen hafta ortasında Fed’in 0,25’lik faiz artırımı benim de hesaplarımı altüst ediverdi. İktisatçılar bir iktisadi ilişkiyi incelerken o ilişkiyi etkileyebilecek diğer koşulları ve değişkenleri sabit koşulları sabit kabul ederler. İktisadi koşulların hızlı geliştiği konjonktürlerde bu bilimsel yöntem bazen işlevsiz kalabiliyor.

İşte, Fed’in faiz yükseltimi tam da bu ana denk geliyor. Etkilerini inceleyeceğimiz bizim politika faizimiz her an yükselme eğilimine girebilir. 17,75’lik oran 4,50 TL düzeyinde kalmakta zorlanan dolar kurunu dizginlemiş görünüyordu. Fed’in kararının ardından kur yeniden artışa geçti. Bu yazı kaleme alındığı anda dolar kuru 4,73 civarında idi. Merkez Bankası’nın bir karşı hamlesi olacağı kesin ancak ne zaman olacağı belli değil. Dolayısıyla politika faizinin nereye yükseleceği ve geldiği yerde bir istikrara kavuşup kavuşmayacağı ve bu bağlamda döviz kurunun hangi noktada duracağı belirsizliğini koruyor.

Enflasyonda artış sürecek
Belirli olan tek şey, yüksek faizin ve kur şokunun firma maliyetlerinde görülmemiş bir artışa neden olacağıdır. ÜFE- TÜFE arasında ilki lehine bir hayli açılmış olan mevcut makas daha da açılacak. Yüksek faiz ve kur şokunun tetiklediği ÜFE artışları belli bir gecikme ile TÜFE’ye yansıyacak ve maliyet kaynaklı enflasyon sürekli hale gelecek.

Yatırımlarda sorun çözülmedi
Yüksek faiz ve kur şokunun yarattığı belirsizlik, yatırımları iyice tavsatacak, düşen yatırım eğilimi ile birlikte öngürülen yüzde 5,5’lik büyüme ile ya çok yavaşlayacak ya da durma noktasına gelecek. Yatırımların yetmezliği sorunu ekonomi yüksek bir oranda büyürken de varlığını sürdürmekte. 2018 yılının ilk çeyreğinde GSYH yüzde 7,4 büyürken yatırımların motor gücü olan makina ve teçhizat yatırımlarının yüzde 7 büyümüş olması sorunun çözüldüğü anlamına gelmez. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bu durumu önümüzdeki dönem büyümesi için cesaret verici buluyor. Ama bu yorum gerçekçi değil. Makine ve teçhizat yatırımlarının büyüme oranına yakın bir oranda büyümüş olması baz etkisi nedeniyle gerçekleşmiştir. Çünkü bu kalemde geçen yılın eş döneminde yüzde 12,1’lik bir küçülme olmuştur. Bu çeyrekte yüzde 7’lik bir artışa rağmen makina ve teçhizat reel üretim endeksinin ilk çeyrekte ulaştığı düzey (182,3) 2006 yılının eş dönemindeki düzeye (193,7) henüz gelebilmiş değil. Endeksin yeni değeri 2016’nın yüzde 5,9 gerisinde.

Ekonomi nasıl büyüyor?
Yatırım yetmezliği sorunu varsa ekonomi nasıl büyüyor diye sorulabilir. Bu sorunun yanıtı ise basit ve son derece açık: Tüketime dayalı büyüme. Bu yılın ilk çeyreğinde özel tüketim harcamaları yüzde 11,60 ve yüzde 7,4’lük büyümeye 6,7 puanlık bir katkı sağlamış. Ancak yatırım yetmezliği sorunu çözülmediğinde tüketime dayalı büyümenin sürdürülebilirliği oldukça sorunlu. Kaldı ki yatırımlardan bağımsız olarak tüketimin de sürdürülebilirliği eskisi kadar kolay olmayacak. Yüksek faizler nedeniyle tüketim harcamaları ivme kaybederek, mal ve hizmet talebi aşağı çekilecek. Öte yandan ekonominin yavaşlaması ya da durgunluğa sürüklenmesi ile bütçe hesapları feci şekilde şaşacak. Gerçekleşme-öngürü sapması öncelikli iki bütçe kaleminde olacak: vergi ve faiz. Vergi gelirleri yavaşlayan veya durgunlaşan ekonomik faaliyetler nedeniyle oluşacak matrah daralması sonucu azalacak. Yükselen faizler de kamunun iç borcunun faiz yükünü ağırlaştıracak. Böylece bütçe dengeleri iyice bozulacak ve bütçe açıkları ciddi boyutlara ulaşacak.

Mega projeler bütçeyi sarsabilir
Bu tür yavaşlama veya durgunluk konjonktüründe Hazine tarafından üstlenilen çok sayıdaki koşullu hükümlülüklerin yerine getirme sorumluluğu kaçınılmaz olarak gündeme gelir. Çünkü bu tür bir konjonktürde Kamu-Özel Ortaklığı ile yürütülen projelerde (köprü, havalimanı, tünel, şehir hastanesi, vb) öngörülen performans kriterleri tutturulamaz. Ya istenilen düzeyde köprüden veya tünelden araç geçmez ya da istenilen düzeyde hasta sayısına ulaşılamaz. Çünkü bu sayılar (hedefler) ekonominin normal konjonktürü ve büyüme oranları dikkate alınarak saptanmakta ve öngörülmekte. Olası bir yavaşlama ya da durgunluk bu hesapları altüst edebilir. Keza benzer şekilde, böylesi bir konjonktürde KGF’den verilen krediler ödenemeyerek takibe düşebilir. İşte bu tür riskler doğduğunda, bu sapmalar nedeniyle oluşacak zararlar tümüyle Hazine tarafından karşılanır. Bu karşılamanın bütçeye büyük yükler getireceği açıktır. Dolayısıyla yukarıda sözü edilen bütçeye olası yüklere bu yükler de eklenmeli.

Bu yükleri görüntüde Hazine karşılayacaktır ancak bu yüklerin gerçek taşıyıcısı ne yazık ki, başta emekçiler olmak üzere geniş halk kesimleri olacaktır.

Geliniz yukarıda sözünü ettiğimiz yatırımsızlık ortamının Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını ve yerli yatırımcıların dış yatırımlarını nasıl etkileyeceğini gelecek yazıya bırakalım.