Epeydir düşünüyorum. Sorun çok, yakınmalar da. Gözü iyice kapanmamış birçok gazeteci de dile getiriyor sorunları...

Epeydir düşünüyorum. Sorun çok, yakınmalar da. Gözü iyice kapanmamış birçok gazeteci de dile getiriyor sorunları, yollara dökülenler, sokaklara çıkanlar da. İki hafta önce acının da, kaygının da bini bir para diye başladığım yazıda, neye yanacağımızı, neyi sorun edip yollara döküleceğimizi şaşırdık demiştim.

Şaşırdık… Çünkü sorunlar, bu ülkedeki demokrasi, özgürlük, erkler ayrılığı, hukukun üstünlüğü gibi çok temel meselelerle ilgili… Sorunları çözmesi beklenen kurumlar ve düşünce sistemi sorunlu… Bu nedenle sorunların içinden çıkmak şöyle dursun daha da büyümesiyle karşılaşıyoruz.

Bir kesim umudunu yeni anayasaya bağlamış ya, ben ondan da umutlu değilim. Bu Meclis’in ve bu anlayışın özgürlük ve barış getirecek bir anayasa yapabileceğine ihtimal veremiyorum.

İktidarın yaptıkları ve anlayışı belli. Parlamentodan yargıya, siyasal partilerden sivil topluma, medyadan üniversitelere kadar nereye baksak bir tıkanmışlıkla karşılaştığımız ortada.  Peki umut nerede?

Tabii bu tıkanmışlığın, yalnız çözülemeyen sorunların artması değil, demokrasiye, demokratik siyasete olan güvenin hepten yitirilmesi gibi tehlikesi de var. O nedenle biran önce bu tıkanıklıktan kurtulmanın yollarını aramak gerektiğine de kuşku yok.

Mesele de, çıkış noktasının nerede aranacağında… Örneğin bu noktada en büyük sorumluluğun muhalefete düştüğünü yadsımak mümkün değil. Ama ortada iktidara laf yetiştirmekten başka bir şeyle uğraşan bir muhalefet görebiliyor musunuz?

İktidar kendini başarılı buluyor…

Dış politikada konmşularla sıfır sorundan Ortadoğu’da taşaron rolüne geçilmesi dert değil… Ekonomik başarılar sayılırken insani gelişme endeksinde 92. sırada olmak önemli değil…

Van depremindeki yetersizlikler ve ihmallerin çoktan birkaç bakanı yerinden etmesi beklenirken, eleştirilere “gülüp geçen” bakanların olması da mesele değil….Başbakan’ın vefası o kadar büyük ki, ne istenirse yapmaya hazır; yeter ki “kellle” istenmesin…

İktidar icraatlarıyla yürütme ile yasamayı tek elde toplarken, Parlamento’nun “serbest kürsü “olmaktan öteye gidemez hale gelişine de aldırmamak gerekiyor. O bile tehlikede, o başka…

Kürt sorunu can alıcılığıyla ortada dururken, bu sorunun siyasal yoldan çözümünde asıl muhatap alması gereken BDP için Başbakan’ın  “Meclise gelseler ne olur, gelmeseler ne olur” demesini normal karşılayalım.
 
Düşünce ve ifade özgürlüğünün kalmayışını, düşünce insanlarının kolayca terörle ilişkilendirilmesini, 71 gazetecinin hapiste olmasını,

tutukluluk sürelerinin üç yılı geçmesini de gözümüzde büyütmeylim.

Daha sayılacak çok şey var, uzatmayayım. Peki bunlar karşısında muhalefet orada burada konuşmanın, eleştirmenin, dert yanmanın ötesinde ne yapıyor? Bunu burada ben de yapıyorum, daha birçok kişi de…

Yani konuşsunlar, diyeceğim yok ama bu toplum onlardan bunun ötesinde birşeyler bekliyor. Zaten birçok kesimin dile getirdiği eleştiri ve yakınmaları  tekrar etmek değil, siyasete dönüştürmek gibi bir sorumlulukları var muhalefet partilerinin. Örneğin Van’daki ihmalller için ne yapmayı düşünüyorlar?

Kısacası Parlamentoyu yalnızca “serbest kürsü” olarak kullanmaktan öteye geçebilecek bir muhalefet ve bu muhalefetin oluşturacağı gerçek bir siyasete acilen ihtiyacı var bu memleketin.

İktidarla muhalefetin karagöz ve hacıvata dönüşen atışmalardan da, taraftarlar hoşnut olsa da, bilsinler ki birçok insana gına geldi.
 
Muhalefet nasıl güçlenir; ne yapabilir?  Siyasete ve demokrasiye gerçekten işlev nasıl kazandırılır? Bu toplum mıhalefet partilerinden oturup bunu düşünmesini ve bazı yanıtlar üretmesini bekliyor. Aldığınız oyları düşünürsek, bunu bu topluma borçlusunuz da…

ESİN AFŞAR'I YİTİRDİK

Esin Afşar’ı bilirdim tabii.  Yaşadığı ömre çok şey sığdıran, elindekilerden farklı güzellikler yaratmasını bilen bir sanatçı olduğunu bilirdim. Örneğin Aşık Veysel’I cazla buluşturmasının ne kadar önemli olduğunu düşünürdüm.

Bu yaz onu biraz tanıma fırsatım oldu. Şimdi ondan bana kalan bazı anılar da var. Ada’da birlikte dolunayın doğuşunu seyretmek gibi…

Ve şimdi onu düşünürken, daha birçok alanda olduğu gibi müzikte de durmadan artan kötü işlerin iyi işleri nasıl geriye itttiğini, daha birçok sanatçı gibi onun da üretebileceği çok şey varken bunları yapamadığını düşünmeden edemiyorum. Onunla konuşurken, sanatçı olarak yapmak isteyip de yapamadığı çok şey olduğunu gördüm. Üzüldüm…

Biliyorum, “has” sanatçıların kadrini bildiğimiz bir memlekette yaşadığımızı söyleyemeyiz. Ama böylece neler yitirdiğimizi bir düşünsek ... Esin Afşar gibi daha birçok sanatçının gözleri açık gitmesiyle neler kaybettiğimizi bir bilsek…