Sanayi devriminin üzerinden neredeyse iki asır geçti. Toprağın altını üstüne getirdik. Fabrikalar, şantiyeler, nükleer santrallar, fosil yakıtlar, madencilik, siyanür, pestisit, büyüme, genişleme, işgal, savaş derken; paranın, sahibine hükmetme hakkı tanıdığı kapitalist sistemle uzun ve unutulmaz bir deneyim yaşadık. 80’ler Türkiye’de serbest piyasa ekonomisinin güçlendiği; darbenin büyük katkılarıyla, kültürel ve politik alanda çölleşmenin yaşandığı bir dönemdi.

Diğer yandan kadın-erkek eşitliğinin daha çok konuşulacağı, evlilik kurumunun daha çok tartışılacağı, teknolojik gelişmelerin hızlanmasıyla bilgiye ulaşımın daha da kolaylaşacağı bir zamana pencere açıyordu. Hak-hukuk-adalet temalarına dikkat çeken, cinsiyet rollerini sorgulayan, sanata ve keyfine düşkün, inatçı ve eşitlikçi yeni bir kuşak geliyordu. Ne kendilerinden öncekiler kadar kuralcı, ne de hayale vakit bırakmayan işlerde ömür tüketmek için hevesli olacaklardı… Sorgulayan, zeki, hayata olumlu bakan bu gençlerin mantık dışı, katı ve otoriter olana tahammülü bir hayli düşüktü. Materyalist olmakla suçlansalar da, sıkıcı buldukları bir düzeni sürdürmeye yatkın olmamalarının, maddeyle bağlarını zayıflatan doğal bir etkisi vardı.

***

1980’den 2000’e rantçı sağ-liberal politikalarla büyüye büyüye gelen Türkiye, 2001’de tarihinin en büyük kriziyle karşılaştı. Bir günde 8 milyar doların Merkez Bankası’ndan çekilmesi politik kırılmaya neden olmuştu. İktidar değişmişti. Bu rakam 2020’ye geldiğimizde 128 milyar dolar olarak güncellenecek ve para nerede diyenlere soruşturma açılacaktı. 2000’den sonraki yirmi yıl boyunca, önüne çıkan her şeyi yutan liberalizmi bile masum gösteren neo-liberal ekonomi politikaları, AKP yürütücülüğünde iyice saldırganlaştı ve parayı en hakiki değer kılan doğasıyla kültürel-ahlaki yozlaşmayı derinleştirdi. İktidarın dinine, kinine sahip çıkan yeni bir gençlik yaratma hayali Kürşat Ayvatoğlu’nda cisimleşti. Pudra şekerine, pahalı arabasına, sıcak jakuzisine sahip çıkmaktan başka amaç ve hevesi kalmamış, yaşayabilmek için gelecek umudunu günün güçlüsüne teslim etmekten başka çıkar yol bulamayan yeni bir ara tür oluşturdular.

***

Geride bıraktığımız son yirmi yıl doğal kaynaklardan, tarihi zenginliğe kadar her şeyin talan edildiği; memleket varlığından, kişisel sermayeye kadar her türlü birikimin eritildiği hoyrat zamanlardı. Vardığımız noktada elimizde bolca manipülasyon, güç savaşı, darbe, terör, kriz, sistem değişimi, salgın hastalık ve çürümüş bir demokrasi var. Ancak tam da bu yirmi yılın ortasında, 2013’te, 80 sonrası doğan kuşağın kendini sisteme tanıtmak üzere ilk kez sahneye çıktığı bir Gezi direnişi yaşandı. Eşitlikçi, çevreye duyarlı, farklılıklarını koruyarak bir arada, sıkboğaz edilmeden yaşamak isteyen; kuralcılıktan, katılıktan, emir almaktan hazzetmeyen; mizaha yatkın, gülmeyi seven, sınırları zorlamaktan çekinmeyen, hırslı ve yaratıcı; kısaca zamanın ruhunu taşıyan yeni sahipler! Can sıktılar, huzur kaçırdılar çünkü baskıyla düzen sürdürenlerin amacı, halkı bunun değişmezliğine inandırmaktır. Bu yüzden, her otoriterin/iktidarın/siyasi yapının hayali, idealizmin en güçlü olduğu gençlik dönemini kendi lehine zapturapt altına almaktır.

***

Bugün, tekrar yirmi yıllık bir dönemin başındayız. Gezi’de, kendini Türkiye’ye tanıtan bu kuşak çoğalarak, güçlenerek, geleceği inşa etme heveslerini dirayetle sürdüreceklerini kanıtlarcasına okullarına, doğaya, haklarına ve özgün-otantik kimliklerine sahip çıkıyor. Zaman, yeni sahiplerine doğru akıyor. Dünyayı saran virüsten kurtulabilmek için bilimin ağzının içine bakıyoruz. Salgının ayırdığı insanları, ekrandan bile olsa teknoloji birleştiriyor. Gözümüzü uzaya diktik yaşayacak yeni yerler arıyoruz. Koca bir hapishaneye dönen dünyada belki de özgürlük hiç bu kadar topluca ve sabırsızlıkla beklenmemişti. Bilgi çoğalıyor. Sorgulamalar artıyor. Dogmalar çözülüyor. ‘Öteki’ dünyayı zenginleştiren farkıyla “buradayım” diye bağırıyor. Gezi, önümüzdeki yirmi yılı şekillendirecek olanların, sisteme bir merhabasıydı. Düzene uymayacaklar, çünkü onu değiştirmek için buradalar. Çekilin dedeler, mekânın sahibi geldi.