Açık açık yazdım; derdim CHP!... Nedenleri de ortada... Bu karanlık gidişatın aktörlerini dur-git konuşmaktansa, bir umut kırıntısı olsa da, bu gidişata karşı bir güç oluşturabilme durumunda olan CHP’yi konuşmaktan yanayım. Türkiye’de kör topal demokrasiyi bile arar hale geldiğimiz bugünlerde, bir çıkış noktası olan herkesin de CHP ile derdi olduğunu ve CHP’yi konuşması gerektiğini düşünüyorum. 24 Haziran seçimlerinden sonra köşe yazarlarının CHP’ye yönelik ilgi ve eleştirilerinin artışı da gösteriyor ki, benim gibi düşünenler epeyce.

CHP’liler, getirilen rejim değişikliğini, pazartesi yapılan “cülus merasimini” konuşmak varken, neden kendilerine yöneldiğimi sorabilirler... Doğru da!... Meclis’ten başlayan Beştepe’ye uzanan süvari alayıyla yapılan yolculuğun, gül yapraklarıyla örtülü arabaların, Beştepe’de toplanmış binlerce davetlinin anlatılacak yanı çok; getirilen rejim değişikliğinin ise, hepsini bir yana koyacak nitelikte olduğuna kuşku yok. Örneğin bu rejimin, bugüne kadar kör topal da olsa var edilmeye çalışılan demokrasi, hukuk devleti, laik ve sosyal devlet gibi devletin nitelikleriyle ilgili ilkelere “karşı darbe” anlamı taşıdığını yadsımak kolay değil; bunlar nasıl konuşulmaz!

Ancak, bunları çeşitli sıfatlar takarak durmadan konuşmanın pek faydası olduğunu düşünmüyorum. Asıl derdim tek adamlığa ve bu “karşı darbeye” karşı durabilmekse, siyasal muhalefetin ne yapıp/ yapamadığı benim için daha önemli. CHP’den bir koltuk veya taltif de beklemediğimden, düşündüklerimi açıkça yazmak gibi bir “lüksüm” de var; yazıyorum, yazacağım!...

Evet, 24 Haziran seçimleri sonucunda Yeni Türkiye, yeni rejim dedikleri yeni bir oyun sahneye konmuş durumda...
Artık, ne bir kişinin ne de siyasal İslam’ın hülyasından değil, hukuken kabul edilmiş bir rejimle, bu yolda gerçekleştirilen kurumsallaşmadan söz ediyoruz.

Pazartesi yapılan törenleri de yeni oyunun ”galası” saymak mümkün!... Süvari alayından mehter marşına, duasına kadar “Gala” müthiş; galaya katılanlar daha müthiş!... Bir yanda Afrika’dan darbe ürünü, öte yanda Ortadoğu’dan seçilmiş “muktedirler” geçidi sanki!... Batı ise ikinci, üçüncü adamlarla temsil edilmekte; nereye yakıştığımız buradan da çıkarabiliriz.

Yine de galalara fazla takılmamak lazım; esas önemli... O esas da, başkanlık rejimiyle gelen “tek adam ve tek adama bağlı vesayet sistemi” demek!... Başkan, tek başına yönetim/yürütme yetkisinin tümüne sahip; yüksek yargı organlarına atama açısından ayrıcalıklı konumda; cumhurbaşkanı kararnameleri ile yasama gücü de var... Kuvvetler ayrılığı ise, hikaye konumunda!...

Kısacası, Cumhurbaşkanlığı Hükümeti deniliyor ya, “Başkanın Vesayet Cumhuriyeti” dense de olur!... Merkezde tek bir adam var; etrafında da bakanları, kurulları, başkanlıkları, ofisleriyle kocaman sistem; başkanın atadığı, ona bağlı ve yalnızca ona karşı sorumlu bir devlet teşkilatı!...

Pazartesi çıkarılan 703 sayılı KHK’de bunu anlatmakta. Başlığı, “Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”; tam tamına 143 sayfa, 231 maddeden oluşuyor. İçinde neler yok ki; sistemle, yönetimle ilgili hiç bir şey unutulmamış!... Hadi, yürütme organının Cumhurbaşkanı’na bağlanmasını rejim gereği olarak görelim de, üniversite, tiyatro, opera gibi kurumların bile başkana bağlanmasını nereye koyalım! Bunların, bu toplumda siyasal değil, toplumsal ve kültürel bir vesayetin de kurulmak istenmesinden başka bir anlamı olabilir mi?

Peki CHP olup bitenlere ne diyor; ne yapıyor? Meclis’teki yemin töreninde ayağa kalkmamış; Beştepe’deki ”galaya” katılmamış; aman ne güzel!... Seçimlerdeki yenilgisini ise, kişisel hesaplaşmalarla örtmeye çalışmakta!... CHP ile ilgili yazan kim varsa, siyasal/ideolojik/ stratejik yenilenme gereğinden söz ediyor; onlar, başkan kim olacak derdinde!...
Tabii bu arada rejim değişikliği ile ilgili de bir şeyler söylemeye çalışıyorlar ama hem söyledikleri yetersiz kalmakta hem de bilinenlerin tekrarı olarak çok bir şey ifade etmemekte. Örneğin Parti Sözcüsü Bülent Tezcan, “2 yıldır devam eden tek adam rejimi yeni bir başlangıç gibi sunulmaya çalışılıyor” diyerek yapılan törenle Türkiye için yeni bir dönemin başlamayacağını söylemiş. Rejim değişikliğinin bugüne değil daha eskiye dayanması açısından söylediği doğru; buna karşın, bugün bu sistemin ülkenin anayasal/yasal sitemi haline gelmesinin ötesinde kurumsallaşması gibi önemli bir değişiklik var ki, bu laflarla geçiştirilemez.

Tezcan, aynı ifadesinde gelen rejim için “sandıklı diktatörlük” ifadesini kullanmakta; yani, bir yandan gelen farklı değil derken, öte yandan gelen rejimin artık birilerinin hayali değil, bir ülkenin sistemi haline geldiğini söylemekte. Zaten aksi iddia edilemez; 703 sayılı KHK ile yapılan yasa değişiklikleri tek adamlığın artık bir gidişat değil bir kurumlaşma haline geldiğini ortaya koymakta. Kısacası, 24 haziran öncesi ve sonrası arasında büyük fark var ve bu ayrımın farkında olmak, vurgulamak CHP’ye düşmekte. Daha doğrusu CHP için, söylenenlere yanıt üretmek değil yapılan değişikliklerin anlamını göstermek ve vurgulamak önem taşıdığı gibi, hâlâ demokrasi varmış, parlamento işlermiş gibi bir anlayış ve politikayı sürdürmek değil muhalefetin yapılamayışını ve demokrasinin nasıl ortadan kalktığını anlatabilmek önem taşımakta.

Ne yazık ki, CHP içinde kurultay ve başkanlık tartışmaları almış başını yürümüşken, bunları konuşmaya sıra gelmiyor.

Muhalefet görevlerini, verdikleri demeç ve açıklamalarla yaptıklarını zannetmekteler. Oysa bu sorunlu demeçler, CHP’nin Türkiye’de yaşananları tam olarak algılayamadığı gibi muhalefet görevini de tam anlayamadığını düşündürttüğü gibi, konuşlandıkları çıkmaz sokağı ve politika üretmek açısından sınırlılıklarını da daha açığa çıkarmakta.

Örneğin en önemli söylemlerinden biri, “tek adam iktidarı” gibi nitelemeler... Bu niteleme doğru olsa da, CHP’nin bunu tekrarlayıp durmasının fazla bir anlamı yok. Her şeyden önce, bu nitelemeyi, bu noktaya gelinirken ana muhalefet partisi olarak neredeydiniz; buna nasıl izin verdiniz; nasıl önleyemediniz gibi sorularla birlikte düşünmeleri gerekmekte. Yani, bugüne kadar izledikleri politikaların yetersizliğini!..
.
Bu sorular, eleştirdikleri tek adam rejimine karşı daha etkin bir muhalefet yapabilmeleri ve bu rejimi değiştirecek bir aday olarak ortaya çıkabilmeleri açısından da önemli. Bunların lafla olmayacağı da ortada... Hem toplumu hem siyasal duruşlarını derinlikli bir analize tabi tutmaları gerekmekte.