Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!”... İnsanı insan yapan tüm durumları ele alan Shakespeare, şair ve oyun yazarı olduğu kadar filozof denilecek nitelikte. Hamlet ’in bu tiradında da, bütün kötülüklerine karşın yaşamayı seçip seçmemek meselesi gibi insana dair bir sorgulamayı yapıyor.

Yaşam, herkes için sürekli bir “olma-yapılanma” süreci olduğundan bu soru hem genel hem ebedi... Var olma savaşımı yanında, ne olarak, ne yaparak, nasıl yaşayacağımız gibi sorgulamalar da hiç bitmemekte.

Yalnız bireysel değil, kurumlar açısından da var olma savaşımı ile “olmak ya da olmamak” ikilemleri söz konusu. Kurumsal varlık da, bir yandan kendi tutarsızlıkları ya da yanlışları, öte yandan değişen koşullarla karşı karşıya... Bu nedenle dışarıya açıklık, öğrenme ve beslenme ve de yenilenme varlığını sürdürmek için çok önemli; bu gerçekleşmediğinde, -kapalı sistemlerde olduğu gibi- savaşın yitirildiği de biliniyor.

Dolayısıyla, kişiler için olduğu kadar, kurumlar için de ”olmak ya da olmamak” sorusunun sorulacağı karar zamanları çok önemli. Bu temel sorunun, ne olmak, nasıl olmak, hangi yola koyulmak gibi sorularla anlam kazanacağına da kuşku yok.

Bugünlerde, var olma savaşımıyla karşı karşıya olan ve bu soruların sorulmasını gerektiren karar anını yaşayan kurumların başında CHP gelmekte. Aslında, günümüzde birçok kurum hatta değer için böyle bir altüst oluş ve yenileme ihtiyacı var ama şimdilik bunları bir yana bırakıp CHP’den devam edelim.

Kısaca söylersek, CHP’nin içinde yaşadığı kabarmaların gerisinde yatan bir varlık sorunu var. Bu varlık sorununa doğru yanıtlar üretemediğinden, ideolojik duruş olarak, izlenen siyaset olarak, kitlelere hitap edip peşinden sürükleyecek lider olarak siyasal muhalefeti dolduramamakta. O nedenle, sorun lider sorunu değil; sorun, bugünün değişen koşullarında CHP’nin muhalefet alanındaki siyasal boşluğu nasıl dolduracağı!... Olmak ya da olmamak da bununla ilgili; ya bu boşluğu doldurmak için değişip yenilenecek, ya kurumsal anlamda yok olmasa da, daha da gözden ve kıymetten düşecek...

Devlet kurucu, tarih yazıcı bir parti olma unvanları ve bunca yıldan sonra bunu kendilerine pek yakıştıramayanlar olabilir; bunun yerine, koltuk kavgalarından, kliklerden söz etmek daha işlerine de gelebilir. Oysa hem yetersizlikleri ve bitmeyen çatışmaları hem seçimlerden alınan sonuçlarla durum ortada...

Gerçi, “olmak ya da olmamak” sorgulaması biçiminde değilse de, seçimlerde daha iyi sonuç alabilmek umuduyla bazı arayışlara gittikleri görülüyor. Ne var ki, içlerine aldıkları ve danıştıkları çokbilmişler ile siyaset diye popülizmden başka bir şey bilmeyenler bu varlık sorununa merkez sağda, milliyetçi ve dinci söylemlerle çare aramaktalar. Göremedikleri ise, bu yönelmenin, iddiaları, eleştirileri, vaatleri düşünüldüğünde hem varlık inkar anlamına gelmesi hem de işe yaramaması!.. Popülizm de, nereye kadar!...

O nedenledir ki, 24 Haziran seçimlerinden bu yana, Gülse Birsel’in “görmüyor musunuz, ülkedeki magazine bu yaz selülitler değil siz yön veriyorsunuz!” demesine haklı çıkaracak ölçüde CHP ve sorunları yazılmakta. Yazılanlar da, selülitler gibi pek eğlenceli değil! Yandaş medyada yazılanlar bir yana, muhalif kesimde yer alanların yazdıkları bile, CHP’deki aymazlıklara işaret etmekte. Örnek çok da, bir ikisini vereyim:

CHP milletvekili Berberoğlu bugün CHP oylarıyla hapis yatıyor.
‘Demokrasilerin ölümü’ böyle gerçekleşiyor. Dünyada bunun pek çok örneği var... Türkiye’de demokrasi adım adım ölüyor, muhalefet ve özellikle CHP zaten çoktan ölmüş.” Yalçın Doğan

CHP ‘hastalığa hâlâ teşhis” koyamıyor ki’ tedaviye” geçsin. Partililer ‘hap’ yutmakla iyileşeceğini sanıyor.” Soner Yalçın

Aslında her şey CHP’nin kedisi Şero’nun genel başkanlık koltuğuna kıvrılıp, uyuya kalmasıyla başladı… Halk Fırkası olarak kurulmuştu.
Bunların hali halk ‘fıkrası’… Umudumuz, tutunacak dalımız, son kalemiz, sorumsuz tipler yüzünden ele güne alay konusu.”
Yılmaz Özdil

Bugünlerde CHP’nin içine düştüğü yaşamsal kriz hem bir tragedya hem de bir komedya. Bu trajikomik durumun altında CHP liderliğinin bir türlü anlamak istemediği bir gerçek yatıyor... CHP bu düzenin partisi olmaktan vazgeçerek, düzene gerçektenmuhalefet eden bir parti olacaksa, politikalarını, liderliğini, oy tabanını bu düzene gerçekten muhalefet edebilecek yönde yeniden tanımlamalıdır.” Ergin Yıldızoğlu

Kısacası konuyla ilgili olmayan biri bile CHP ile ilgili yazılanları okusa alarm zillerinin çaldığını duyar... Oysa onlar, bir yandan rejimin ne demeye geldiğini, parlamentonun ve milletvekilliğinin anlamı ve işlevi kalmadığını anlamaktan, öte yandan kendi içlerindeki yetersizlik ve yanlışları görmek ve kabul etmekten uzaklar.

Yani durumları, “hiç kimse duymak istemeyen kadar sağır olamaz “ diye yine Shakespeare’ e bağlanan sözü-İngilizce kaynaklarda bu söz başka bir yazara bağlanmakta- hatırlatmakta. CHP zerine yazanlar da bunu görüyor ama tüm yoz kullanımına karşın bu ülkede ve dünyada hala siyasetin erdemine ve işlevine inananlar olarak konuşmaktan başka çıkar yolları yok. Umudumuz da, bir gün gelip siyasetin hem şeffaflaşıp hem kitlelere ulaşması; hem doğrudan katılıma hem hesap sormaya izin vermesi; hem küreselleşip hem yerelleşebilmesi...

O nedenle, CHP yönetimi, kim imzaladı, kime rüşvet, kime tehdit yöneldi, kurultay mı yargı yolu mu tartışmaları içinde girdiği girdabı ve karar zamanını göremese de, Türkiye’de sisteme ve iktidara muhalif kamuoyu CHP’nin meselesini dert edinmek durumunda; yazacak... Onlar, daha 24 Haziran seçimlerindeki yenilgiyi bile analiz edip tartışmaya açmasalar da, CHP’yi tartışacak... Yerel seçimlere hazırlıktan söz ederken, laf ebeliğinden başka bir şey yapmasalar da, değişim gereğini konuşacak...

Siyasetin erdemi de başka türlüsünü kaldırmaz.