İnsanlar ve tüm canlılar doğar.

Yaşarlar ve ölürler…

Doğum ve ölümün şekli ya da yeri farklı olsa da sonuç aynıdır…

Ancak yaşama eşit olarak gözlerini açan insanların, süreç içinde yaşam biçimleri ve koşulları değişir. Irka, dile, dine, cinsiyete göre hatta yaşa ve yaşamdan beklentilerine göre farklılaşırlar!

Ülkeden ülkeye yaşama bakışta değişikler vardır. Bazen birbirilerine çok aykırıdır, bazen de çok benzerler. Ancak, her ne olursa olsun insanoğlu yaşamının uzun olmasını ister…

Uygarlığın getirdiklerinden yararlanan bilgi ve yaratıcılığı öne çıkaran eğitimli toplumlar diğerlerinden güçlüdür. Ve her zaman aklı kullanan, kadere sığınanlardan üstün durumdadır…

Bu fark giderek acımaz bir hal alır!

Egoları şişenler tarafından yönetilen devletler, “eşit haklarla doğan insan” kuralını yok sayar ve kaynaklarını yurttaşlar yerine kendileri için kullanmaya başlar...

Gaspın nedenini dünyanın kıt kaynaklarından daha fazla pay almak adına yaptıklarını söylerler!

İnsanlar artık kendi yaşamını kontrol edemez durumdadır...

Baskıların suskunlukları, suskunluğun da çıkar hevesini büyüttüğü ülkeler, diğer ülkelerin elindeki kaynaklara sahip olmak ister!

Zapt edilmeyen duygularla oluşan bu heves, emperyalist yayılmacılığı körüklemektedir...

Sonuç kanlı bir Savaş!

Savaş vatanını korumak için yapılsa bile insanlık için yüz karasıdır.

Savaş insanları yok eden, özellikle çocukları katleden, kabul edilmez bir insanlık vahşetidir.

Savaş insanı insana kırdıran, canını ve malını yok eden caniliktir.

Savaşın olduğu yerde adalet yoktur.

Dolayısıyla insanlığın yaşamı da yok olmuştur. Savaşa karşı olmak, insanlığa, doğaya, evrene sahip çıkmaktır.

Yaratıları korumak insanlığa saygı duymaktır…

Çığlık Oyunu’nu izlerken böylesine acı duygular içindeydim...

Bombalar altında yaşanan savaşın bir felaket olduğunu, insanlık öldükten sonra kazanılanların sadece tarihin sayfalarında kanlı bir dram olarak kaldığını düşündükçe, savaşa olan hıncım daha da artmıştı…

Ölmek istemeyenlerin son bir hamleyle yaşama sarılmalarındaki trajediyi sanki ben de yaşıyordum.

Savaşı yaşayanların çektikleriyle yüzleşmeye çalıştım...

Eşit ve özgür doğan insanın, belki de kendisinin hiç kullanamayacağı çıkarlar uğruna neden öldürüldüğünü sorgulamak istedim. Savaşı çıkaranların yalanlarını, uyguladıkları sistemlerin samimiyetsizliğinin altında ezildim…

İnsan sömürüsüne dayanan dünya düzeninin, acımasızca çıkarılan savaşlarla korunduğunu düşünmek beni kahretti…

Bu düşünceleri yaşatan önceki akşam Devlet Tiyatrosu Ziraat Sahnesi’nde seyrettiğim KarinthyFerenc’in yazdığı, çevirisini ÖzgeKayakutlu’nun yaptığı “Gellert Tepesinde Düş ve Gerçek” (çığlık) adlı oyun oldu...

Yönetmen Serap Sağlar; son derece sade, abartıya kaçmadan, bir oya gibi işlediği sahneleriyle etkili, çarpıcı ve de düşündürücü bir oyun ortaya çıkarmış…

Oyun, bir yandan insan psikolojisi ve toplumun sosyolojik değişimini gösterirken diğer yandan, siyasal yönetim sistemlerine acımasız eleştiriler getiriyor…

Giriş çıkışlardaki tempo, nefes kesen aksiyonlar, trajikomik yorumlar, oyuncuların tüm yetenekleri duru ve etkili bir şekilde ortaya çıkmasına olanak veren dekor, kostüm ve ışık tasarımındaki yetkinlik görülmeli…

Sanatçılar Server Kınık Onurlu ve Taygun Sungar müthiş bir performans gösteriyorlar.

Yaşadıkları duygularını seyirciye öylesine aktarıyorlar ki salon, derin sessizlikten homurtuya, gülmeden ağlamaya geçen bir ruh dalgalanması yaşıyor. Sonrasında yoğunlaşan duygularla göz yaşları akıyor.

Geleceğin iki önemli sanatçısını şimdiden görmelisiniz...

Yönetmen yardımcılığını Ahmet Türkoğlu ile reji yardımcılığını Mihriban Rezzan Seyhan’ın yaptığı, Emre Satı’nın dekor, Funda Karasaç’ın kostüm, Şükrü Kırımoğlu’nun ışık tasarımını gerçekleştirdiği ve sahne arkasındaki tüm DT çalışanlarının tam bir ekip anlayışıyla başardığı bu eser, yılın en ses getiren oyunlarından biri olacak…

Mutlaka izlenmeli ve DT Ankara Müdürlüğü’ne teşekkür etmeli. Savaşın insanlık erdemini yok ettiğini anlatan “Gellert Tepesinde Düş ve Gerçek“ oyunu barış için atılan müthiş bir çığlık olmuş!

Bu çığlığa vicdanlı herkes kulak vermeli…