Yaklaşık on gündür Adana’nın eski ilçesi, Türkiye’nin yeni şehirlerinden Osmaniye’deyim. Yaşar Kemal Buluşmaları’nın birincisinin bittiği gün Düziçi’nde çok önemli bir toplantı vardı.

Cumhuriyet döneminin en önemli eğitim-öğretim projesi olarak kabul edilen Köy Enstitüleri’nin 77. kuruluş yıl dönümü için Düziçi mezunu “Enstitülü” öğretmenleri bir araya getiren toplantı, bir hafta ertelemeli olarak 22 Nisan 2017 Cumartesi günü yapıldı. Kuruluş tarihi olarak 17 Nisan 1940’ı esas alan “Enstitülüler” bu yıl 16 Nisan’da Anayasa Değişikliği Referandumu yapıldığı için buluşmayı bir hafta ertelemişlerdi.

Toplantıya İsmail Okan Güney ile gittim. O da Köy Enstitülü olduğunu söylemişti. Düziçi Köy Enstitüsü mezunu idi. Sonradan anlaşıldı ki, fiilen 1950’de resmen 1954’te kapatılan Köy Enstitülerinin “ruhu” sonraki kuşaklara da sirayet etmiş. Adları Öğretmen Okulları olarak değiştirilse de “Enstitüsü Ruhu” hep varlığını koruyarak gelmiş.

•••

Sonraki yıllara o binalarda okuyup öğretmen olanların tümü kendilerini önceki kuşaklar gibi hissediyorlar.
Cumhuriyet dönemi öğretmenlerinde var olan fedakarlık ruhunun bir yansımasıydı: Öğretmenlik kutsaldır!..
Görevlerinin kutsiyetine inanmış öğretmen kuşaklarının ilk öncüleri olan Köy Enstitülü öğretmenler Düziçi Köy Enstitüsü’ndeki Atatürk büstünün önünde toplandıklarında saat:10.00 olmuştu.

Önce Atatürk’ün huzurunda saygı duruşunda bulundular sonra hep birlikte İstiklal Marşı’nı söylediler.
Saçları beyazlamış hafifçe kilo almışlardı. Ama gözleri öğrencilik yıllarındaki gibi pırıl pırıldı. Tıpkı yüreklerindeki heyecan gibi…

En heyecanlı olanları ise okulun ilk yıllarındaki öğrencileriydi. 1943 yılında Düziçi’ne Gökçayır köyünden babasının at sırtında getirdiği Mehmet Yılmaz, ondan bir yıl sonra öğrenciler arasına katılan Osmaniyeli Mehmet Yavuz ve Düziçili Mehmet Mülayim hem törenin hem de bizim ilgi odağımızda yer alıyorlardı.
Biz -yani İZTV’nin Yakın Tarih belgesel ekibi- Gökay Gökulu, Kani Şengül ve ben Köy Enstitüleri için Çukurova’daydık. Birinci kuşak -1940’lı yıllarda okula başlamış- öğretmenlere ulaşmak istiyorduk.

Bilindiği üzere, yakın tarih üzerine çalışıyorsanız zamana karşı değil Azrail’e karşı yarışıyorsunuz demektir.
Çok şükür ki, bizim ulaşmak istediğimiz “Üç Mehmet”lerin üçünün de sağlığı yerindeydi, hem fizik hem de dimağ olarak…

cukurova-ogretmenleri-278750-1.

Mehmet Yılmaz 1943’te okula başlamıştı. Ondan bir yıl sonra 1944’te Mehmet Yavuz gelmişti. Mehmet Mülayim ise 1945’te onlara katılmıştı.

Her üçü ile de çekimler yaptık. Ortak özellikleri son derece sağlam hafızalarıydı. Sonra ideallerine olan bağlılıkları geliyordu. Bir de entelektüel birikimleri konusunda beslendikleri zengin damarlar… Henüz 10’lu yaşlarında dünya edebiyatı klasiklerini okumuşlardı. Okuma ve yazma alışkanlıkları bütün coşkusuyla sürüyordu.

1930 doğumlu Mehmet Yavuz, akıllı telefonundan fotoğraf ve hızlı mesajlar alıp-yollayabiliyordu. Bu yeteneğini de öğrenmeye karşı duyduğu saygıya borçluydu. Üç yıl önce –yani 84 yaşındayken- bilgisayar kursuna yazılmış ve çeşitli yazılımları kullanmayı öğrenmişti!

Nasıl bir “öğrenme aşkına” sahipse artık?..

•••

Mehmet Yılmaz ise durmaksızın yazıyordu. Hem el yazısı ile hem de daktiloyla… Anılarını üçe ayırmıştı.

Birinci ciltte öğrencilik yılları vardı. İkinci ciltte meslek yılları yer alıyordu. Üçüncü ciltte ise memuriyet dönemi yazışmaları dosyalanmıştı. Mehmet Öğretmen, okul müdürlüğü, ilköğretim müdürlüğü ve İlkokul Öğretmenler Sendikası İlk-Sen Başkanlığı yapmıştı.

Son sırada gelen tercih haliyle onu hedef haline de getirmişti. Devlet, onun gibi öğretmenlerden özel ilgisini(!) esirgemiyordu. Soruşturmalar, cezai tayinler, görevden almalar hayatından hiç eksik olmamıştı. Mehmet Yılmaz, soyadının hakkını vermiş, yılmamış hepsinin altından kalkmıştı.

Peki kitaplarını nerede bulacaktık?

Evinde! Orijinal haliyle dosya olarak duruyordu. Kendisinin batıracak parası olmadığını hiç olmadığını, İstanbul ve Ankara’daki yayınevlerine de ulaşacak ilişkileri kuramadığını bu yüzden de uğraşmadığını söylüyordu.

O zaman niye yazıyordu ki?

Bu soruya tam bir Köy Enstitülü gibi cevap veriyordu: Yaşamış ve yazmıştı!

Tarihe karşı sorumluluğunu yerine getirmişti. Çocuklarına iki şey vasiyet etmişti. Birincisi mezar taşına “Düziçi Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmen Mehmet Yılmaz” yazılması; ikincisiyse kitaplarının basılmasıydı.

Mehmet Yılmaz şimdi doğduğu Gökçayır köyündeki evinin iki buçuk dönümlük bahçesinde portakal yetiştiriyor. Her şeyini kendisi yapıyor. Üretiminin yüzde 20’sini tüccara satıyor, bahçe masraflarını karşılamak için, yüzde 80’inini de eş, dost, arkadaş, akraba gibi yakınlarına dağıtıyor. Bunu da “Köy Enstitülü olmanın gereği” olarak açıklıyor.

Mehmet Mülayim, zamanın ağırlığını Düziçi Okulu içinde Osmaniye Valisi İsa Küçük’ün görev yılları içinde özel mesaisiyle kurulan Düziçi Köy Enstitüsü Müzesi’ne ayırıyor. Elinde ne kadar belge varsa, getirip sergilenmesi için Müze’ye veriyor. Sonra onların yerine olup olmadığını kontrol ediyor.

Diziçi Köy Enstitüsü 1940-1954 arasında pek çok değerli öğretmen yetiştirdi. Onlar Cumhuriyet’in yüksek ahlaki değerlerine sahip olarak mesleklerine atıldılar. Hiçbir şey istemeden, her şeyi ülke çocukları için verdiler.

Kategorize etmek doğru olmaz, hepsini birden şöyle denilebilir:

“Çukurova öğretmenleri!”