28 Şubat; AKP yaratılsın diye kurgulanmış ucuz bir numaraydı. Tarih boyu asker desteğiyle gelişen/şımaran, İslamcı/Milliyetçi çevrelerin sırtını sıvazlamadan önce atılan sevimli bir tokat diyebiliriz buna. Her darbede askerlere uyumla ilişmiş, “devlete zeval gelmesin” bahanesiyle hep gücün yanında olmuş bu çevreler, iktidarı sonsuza dek sürecek zanneden ordu eliyle başımıza bela oldu. Cemaat, Milli Görüş ve asker koalisyonu bu günü yarattı. Aydınlara/Sosyalistlere karşı, bir de liberalleri aldılar yanlarına ve halka darbe yaptılar.


‘Sivil Darbe’ olur mu, olmaz mı gevezeliğini kenara koyalım, bal gibi oldu. Üstelik bunu yalancı mağdurlar yaratarak, sermayenin koşulsuz desteğiyle, pusu kurarak yaptı bu koalisyon üyeleri. Eğer birbirilerine girmeseler, asla bu gerçek açığa çıkmayacaktı. Öteden beri namuslu aydınları katlederek iktidarını güçlendiren bu ekip, bildiğini okumaya devam edecekti. Malum, her şeyin başı para! Buna iman eden piyasacı dindarlar oyunu kuralına göre oynadı. Askerin koltuk değneği oldular, patronlarla yılışık ilişkiye girdiler ve en iyi bildiklerini yaptılar: Ortaklarını hançerlediler, pusu kurdular.


“Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin” sinsi ismi Gülen, bu süreçte hemen öne çıktı. İlkin 28 Şubat’ı alkışladı, sonra kullanışlı olduğunu gösterdi ve okyanus ötesinin emriyle harekete geçti. Tüm bunlar olurken şanlı ordumuz mışıl mışıl uyudu. Çünkü apoletli arkadaşlar; güvenli emeklilik, güçlü banka hesabı ve imtiyazlı konum hayalindeydi. Üstelik halkımızın büyük kısmı “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” diye haykırarak uyuşmuştu çoktan!


Hemen Kasımpaşalı bir yiğit bulundu. Hamaset deyince önünde kimse duramazdı ya. “Allah, kitap, cennet, cehennem” diyor, kitleleri kolay etkiliyordu delikanlı. Üstelik hemen dandik bir şiir okuma mağduriyetiyle taçlandı bu durum. Kasımpaşalı’nın piyasa iktisadına hayli uyumlu, hevesli olduğu kolayca anlaşıldı. Şatafat, şan, şöhret seviyordu. Üstelik ona özel üretilmiş aynada, kendini dev olarak görüyor, ‘dünya lideri’ olduğuna inanıyordu. Fakat bir hesap hatası yapılmıştı. Kasımpaşalı’nın denetimden çıkacağı hiç düşünülmemişti.


Cemaat orduyu yuttu. Liberaller alkışladı. Padişah işi bitince liberalleri yuttu. Başbaşa kaldı ‘Cemaat’ ve ‘Padişah’. Eh iktidarda olan güçlüydü, ötekini ezdi. Geniş koalisyondan tek adam çıktı anlayacağınız. Sivil darbeyle sonuçlandı süreç. Denklem yeniden kuruldu. Ancak bu yeni sürecin yeni unsurları vardı. İşte hesap edilmeyen buydu. Ortadoğu’da ‘Müslüman Kardeşler’ düzeni çökecekti…


İtiş kakış arasında pek de sağlıklı irdelenemeyen Suriye gelişmeleri yaşanıyor. Rusya, dünyanın tek patronunun ABD olmasına göz yummadı. ABD’nin öngördüğü meczup yönetimlerle komşu olmak istemediğini açık gösterdi. Din, mezhep savaşlarının bölgeyi kan gölüne çevirdiği sürece açıktan müdahil oldu. Artık bizim memlekette de her şey değişecek. Muhtemelen koalisyon süreçlerine geçeceğimiz yeni günler bu dengeyle oluşacak. Laikler, Kürtler yeni rol edinecekler. Sayısal güçle değil, siyasal etkiyle kurulacak yeni denklem. Peki, sivil darbecilere ne olur?

Giderek hukuksuzluğun hukuk sayıldığı, çeteleşmenin belirleyici olduğu devlet yapısı, onarılacaktır elbet. ‘Suçlu kim?’ sorusu önemli! Sanıldığından daha kalabalık bir liste var bence. Darbe bir kişinin istemesiyle olmaz. Medya ayağı olacak, sermayesi olacak, akademik kadroları olacak, bir de felsefe uydurulacak! Eh bunları alt alta koyunca, kimlerin süreçte yer aldığı açık. Er ya da geç hesap vermek zorunda kalacak tüm darbeciler.


Darbecilerden kim hesap soracak? İlkin seçim sandığı gelecek önümüze. Oradan dengeli bir dağılım çıkar, denklem bu günden farklı olmaz. Bu süreci başlatır. Ardından geleneksel ispiyonculuk sürecine girişilir. Suçlular birbirini ele verir. Havuz medyasında olan kıpraşma ve İlker Başbuğ açıklamaları önemli veridir buna dair. Buna çözülme süreci diyebiliriz. Tüm baskı süreçleri er ya da geç böyle sonlanır. Piyasaya uygun adalet dağılır… Hep böyle oldu…


Tüm bu saptamalar neye yarar derseniz; dengelerin değişmesi görece soluk aldırır topluma, belki yalancı bahar yaşanır. Buna ulaşmak kolay olmayacak. Çürümüş düzen sahipleri koltuğu bırakmamak için “benden sonrası tuhaf” diyecektir. Her darbe topluma bedel ödetir, bunu da yaşayacağız. Esas olan, başka bir dünya kurma olasılığı olup olmadığıdır. Doğrusu yakın zamanda böyle bir olasılık görünmüyor. Ne yapmalı?

“Gezi Dirilişi” cumhuriyet tarihinin en önemli kırılmasıdır. Darbecileri o değerler yargılar, yeni dünya oradan kurulur. Kimi buna tatlı düş diyebilir. Ben de derim ki; düşleri olmayanların, geleceği de olmaz!