Bu ülke ölümlerden işkenceye darbe mağduru insanlarla dolu; onların çektikleri acılar kadar  toplumca ödediğimiz maliyet de büyük. Öte yandan, daha iyi bir gelecek kurmak için geçmişle hesaplaşmak gerektiği ve Türkiye’nin darbeler dahil hesaplaşması gereken hayli karanlık bir geçmişi olduğu da ortada. Demem o ki, soruşturmalar, davalar ve bunlarla açığa çıkacak gerçeklere hepimizin ihtiyacı var.   

Ancak darbelerle hesaplaşma işinin de, yargılama konusunun da bir çok soru işareti taşıdığına kuşku yok.  Bir kere, 12 Eylül, anayasası, yasaları ve kurumlarıyla ortada dururken, bunları korumak, sonra da Evren ve Şahinkaya’ya açılmış bir dava ile 12 Eylül’le hesaplaşılacağını düşünmek mümkün değil. Bunu aklı başında bir çok yazar da dile getirdi.  Hatta, 1982 Anayasası ortada dururken, neyin hesaplaşması diye soran da oldu.  Haklıydılar.... 

İkincisi, Türkiye’nin ihtiyacı bir kaç kişiye karşı dava açıp onları suçlu bulmanın ötesinde, bu darbeci zihniyeti, bu vesayet alışkanlığını, buna yol açan yapıyı, koşulları sorgulamak.... Ancak bu yapıldığında, kişisel tatminlerin ötesinde toplumca bir kazanç sağlayabiliriz. O zaman, bir kaç kişinin ötesinde sorgulanacak çok daha kişi ve kurum olduğu da ortada. Mesela üniversiteler... 

Evet, 12 Eylül Referandumunun önemli kozlarından biriydi, darbelerle hesaplaşmak.... Referandum sonrası, birileri 12 Eylül darbesinden, yalnız kişiler bazında değil, kurumlar, yasalar, işkenceler bazında hesap sorulacağını da bekledi. Ne yazık ki, onlar için tüm mesele iki generale karşı açılan davada müdahil olup olmamaya dönüştü. Oysa mağdurlar da, Diyarbakır Cezaevi’nden YÖK’e kadar soruşturulacak kurumlar ve kişiler de apaçık karşımızda. 

Öte yandan, hemen arkasından gündeme sokulan tutuklamalarla asıl hesaplaşmanın 28 Şubat askeri muhtırası ile olacağı ortaya çıktı. Eğer darbeci zihniyetle hesaplaşma gibi bir kaygı güdülüyorsa, 12 Eylül’e hem öncelik vermek hem de gereken önemi göstermek beklenirdi. Ve eğer mazlumlardan ve toplumsal vicdandan söz ediliyorsa, 12 Eylül darbesinin yol açtığı tahribatın 28 Nisan’la karşılaştırılacak gibi olmadığı meydanda. 

Buna karşın, 28 Şubat hesaplaşmasıyla yatıp kalkıyoruz.  Şimdi, 28 Şubat’ın öne çıkışını “intikam” duygusuna bağlamayalım ama AKP’nin tercihi ve önceliği olduğunu da mı görmeyelim? Ya da sormayalım mı; 28 Şubat’ın sorumlularını yargılamakla militarizmle mi, devletin kutsallığıyla mı, askeri vesayetle mi, demokrasi karşıtlığıyla mı hesaplaşılacak; yoksa Siyasal İslam’ın orduyla hesaplaşmasının devamına mı tanık olacağız? 

Ayrıca, hem 12 Eylül’ün hem 28 Şubat’a destek verenlerin orduyla sınırlı kalmadığı, iş dünyasından sendikalara, üniversitelerden medyaya kadar uzandığı bilinen gerçekler. Buraya kadar uzanacak mı sorgulamalar diye merak edenler de çok.

Aslında bu sorumluluğu, özellikle 28 Şubat muhtırası sonrası istifa etmeyi tercih eden koalisyon hükümetine kadar uzatmak  mümkün. Öyle ya, madem seçimle gelmiş hükümet idiler; hükümette kalmaya direnselerdi! O zaman demokrasinin hesabını sorsalardı; değil mi? Şimdi, bu konu bakanlar kurulunda bile konuşulmadı diye kaçamak yollara sapmak da ne oluyor? 

Yazılanlara bakıyorum; yorumlar muhtelif. İntikam isteyenlerden merhamet gösterilerine,  akıl izan tavsiye edenlerden ihbarcılığa kadar uzanıyor. Konuşanlardan biri, “muhafazakarın intikamı olmaz” diyor. Aman ne güzel derken, konuşmasında öyle katı ve kategorik anlatımlar var ki, söyledikleri inandırıcı gelmiyor. Kendisinin Şehir Tiyatroları’nı zaptu rapta almakla uğraşanlardan biri olduğu da bilinmekte. 

Cumhurbaşkanı‘ da cezasızlıktan söz ediyor; bu tür suçlar cezasız kaldıklarından sonrakiler açısından caydırıcı olmuyormuş. Birincisi, cezaların ne kadar caydırıcı olduğu hukukta çok tartışılan bir meseledir. Genellikle kabul edilen de, suçları önlemenin toplumsal, çevresel koşulları iyileştirmekle sağlanacağı yönündedir. Ve darbe sonrası asılanlar da var bu memlekette! Yani bu davalara da, cezalara da pek güvenemeyiz. 

Hadi bu davalar darbe heveslilerini caydırdı diyelim; ya vesayetçi yapı ve alışkanlıklar, ya devlet aşkı  (daha doğrusu kendini devlet yerine koyanların masalı), ya demokrasi diye diye demokrasiyi katleden zihniyetler ne olacak?  Bu davalar bu konularda da caydırıcı olacak mı dersiniz? Mesela, “ben bilirim, ben yaparımcı” zihniyet ile üniversiteden medyasına uzanan “hazır olcu” duruşlar bu davalar sonrası terkedilecek mi? Ya da bugün süregelen anti demokratik uygulamaları ortadan kaldıracak mı bu davalar?   

Tek bir örnek: Örneğin Uludere katliamının üzerinden 3.5 ay geçti; Meclis soruşturması yapıldı; peki elde ne var? Koca bir hiç! 35 sivil vatandaş sınırda bombalanacak; sorumluları açığa çıkmayacak; sonra da 28 Şubat’ın hesabını sormayı demokrasiye katkı diye sunacaksınız! Hadi canım! 

Sonuç olarak, bu davaların asker ve sivil vesayet sahipleri arasında bir hesaplaşma olmaktan öteye gidememe olasılığı büyük; bundan da bu topluma yarar beklemek zor.