Çarşamba günkü yazıda, Kürt sorununun bir “etno-politik” sorun olduğunu, buradan hareketle de çözümün etno-politik bir karakter taşıması gerektiğini belirtmiştik. Bu ise “statü talep eden bir halkın statü sahibi olması” anlamına geliyordu; yani Kürt sorunu, Kürtler bir statü sahibi olmaksızın çözülemeyecek bir sorundu.

Peki bir halkın statü sahibi olması ne demektir, nasıl statü sahibi olunur? Statü sahibi olmak, “halk olmaktan kaynaklanan kolektif haklarını kullanmak”, bunun için ise “siyasi bir birime sahip olmak” anlamına gelir. Bu siyasi birim özerk bölge olabileceği gibi, federasyon ya da bağımsız devlet de olabilir. Bunlardan hangisiyle statü sahibi olunacağını ise söz konusu halk ve siyasi temsilcilerinin yürüttüğü mücadele, savundukları paradigma, güç ilişkileri, bölgesel-uluslararası konjonktür vs. belirler.

Bugün Kürtlerin savundukları paradigma, başına “demokratik” sıfatı eklenmiş olan “özerklik”tir. Her ne kadar gerek Türk gerekse Kürt tarafından kimi kesimlerce demokratik özerkliğin aslında bağımsızlık için bir aşama olduğu iddia edilse de, bu iddiayı doğru kabul etmek demokratik özerklik üzerine herhangi bir analiz yapmayı imkânsız kılmaktadır. Çünkü sahiden de ortada bir “ara aşama” ya da “bağımsızlık için kullanışlı bir araç” varsa, demokratik özerklik üzerine tartışmanın bir manası yoktur. Dolayısıyla biz buradaki değerlendirmelerimizi, Kürt siyasi hareketinin, “Kürt sorununun çözümü demokratik özerkliktedir” söylemini “doğru” kabul ederek yapacağız.

Bugün Kürtlerin yaşadığı ülkelere baktığımızda gördüğümüz manzara şu: Irak’ta resmi, Suriye’de fiili bir özerkliğe, dolayısıyla statüye sahipler. İran’da ciddi baskılar söz konusu olmakla birlikte “kültürel özerklik” anlamına gelebilecek geniş kültürel haklar söz konusu. Herhangi bir kolektif hak kullanımı ve statüye sahip olunmayan tek yer ise Türkiye ve sorun da zaten bundan kaynaklanıyor.

Statünün iki boyutu bulunuyor: İlki Anayasal, ikincisi ise siyasi ve idari boyut. Anayasal boyut esas olarak yurttaşlığın nasıl tanımlanacağını içeriyor. Eğer özerklik hayata geçirilecekse, etnik vurgudan arındırılmış ve vatandaşlık/ortak vatan esasına dayalı, haklar ve ödevler açısından eşitlikçi bir yurttaşlık tanımına ihtiyaç bulunuyor; ayrıca özerkliğin tanımının yapılması ve hukuki/idari çerçevesinin çizilmesi gerekiyor.

Siyasi ve idari boyut ise merkezi hükümetle özerk bölge arasındaki ilişkilerin tanımlanmasını gerektiriyor. Siyasi özerklik, idari özerkliği aşan bir yönetim biçimi olduğundan mutlaka ve mutlaka bir bölgesel yasama aygıtına, bir de bölgesel yürütme aygıtına ihtiyaç duyuyor. Bölgesel yasama ve yürütme aygıtlarının, merkezi hükümetle işbirliği içerisinde bir yetki bölüşümüne gitmesi ve eğitim, sağlık, vergi, doğal kaynakların kullanımı ve güvenlik gibi başlıklarda hangi yetkilere sahip olacağının yine kanunlarla belirlenmesi gerekiyor.

Bölgesel yasama ve yürütme aygıtı merkezi hükümete bir alternatif teşkil etmediği gibi, onunla egemenlik üzerinden bir rekabete de girişmiyor. Merkezi parlamento ve hükümet “ulusal” ölçekte iş görürken, bölgesel parlamento ve hükümet “bölgesel” sorunlara odaklanıyor. Böylelikle ortaya “ayrı bir devlet” çıkmıyor, merkezle özerk bölge arasında bir “yetki bölüşümü” ve güçlendirilmiş bir “yerel demokrasi” söz konusu oluyor.

Bugün “etno-politik bir sorun olarak Kürt sorunu”nun çözümü için en rasyonel yol demokratik özerklik olarak görünüyor; çünkü bağımsızlık ve federasyona göre çok daha kolay hayata geçirilebilme niteliği taşıyor. Sadece anayasal/yasal düzenlemeler yapma kolaylığı anlamında değil, bir yandan Kürtlerin statü sahibi olmaları anlamına gelirken, öte yandan ülkenin mevcut sınırları değişmeyeceği, yani “bölünme” anlamına gelmeyeceği, bir “iç savaş”ı engelleme potansiyeline sahip olduğu, dış müdahale olasılığını zayıflatacağı ve bir arada yaşamaya hizmet edeceği için de demokratik özerlik şu an eldeki en iyi seçenek olma niteliğini taşıyor.

İronik ve trajik olanı ise şu ki; Kürt siyasetinin temel talebinin bölünme değil, demokratik özerklik aracılığıyla birlikte yaşamak olduğu bir konjonktürde, savaşla birlikte Kürtlerin duygusal kopuşu giderek hızlanıyor. Ortak vatanda, eşit yurttaşlar olarak bir arada yaşama iradesi, iktidar ve medya tarafından yükseltilen milliyetçilikle birlikte gün geçtikçe zayıflıyor. Sorun, maalesef giderek demokratik özerklikle dahi çözülemeyecek ve iki halk için de felaket anlamına gelebilecek bir veçheye kavuşuyor.

Peki Kürt sorununun çözümü için şu an itibariyle en rasyonel yol olduğunu söylediğimiz demokratik özerklik, Kürt emekçilerinin emekçi olmaktan kaynaklanan sorunlarının çözümü anlamına geliyor mu? Bu da üçlemenin son yazısının konusu olsun.