Hatay öyle bir acı yaşıyor ki tarifi imkânsız. Resim öğretmeni oğlunu kaybeden bir babanın “Biz de öldük ama gömülmedik” sözü her şeyi özetliyor. Çadır bile ulaştırılmayan yurttaşlar tepkili: Devlet nerede?

Deprem bölgesindeki halkın isyanı: Bizler de öldük ama gömülmedik

Uğur ŞAHİN

Hatay, depremin en yıkıcı olduğu kentlerin başında geliyor. Burada bilanço da sorunlar da her geçen gün büyüyor. Deprem sonrası verdiği göç ile ‘hayalet şehre’ dönen Hatay’da hâlâ enkaz altında olan çok sayıda insan var. Bölge halkı çadıra, yardıma ulaşamıyor. Nereye gitseniz aynı sözü işitiyorsunuz: “Devlet nerede, biz bunu hak edecek ne yaptık?”

İlk olarak Defne’de depremzede Nesimi Gür ile konuşuyorum. İlk cümlesi, “Çaresizliği yaşıyoruz” oluyor. Hemen devamında da şunları anlatıyor: “Yetkili kişilerden gereken ilgiyi görmediğimizden yakınıyoruz. Buna yerel yönetimler de dahil. Deprem insanı öldürmez, ilgisizlik ve denetimsizlik öldürür. Halkların dayanışması, kardeşliğini yaşıyoruz. Depremzedelerin yanında olmasalardı depremde ölmeyen insanlar soğuktan gıdasızlıktan öleceklerdi. Hala enkaz altında kalan canlar var. Komşular ve akrabalar dahil 100’e yakın insanı kaybettim. Biz içimize ağlıyoruz, 20 seneden beri toplanan deprem vergisi nereye gitti?”

"ÖFKEMİZ ÇOK BÜYÜK"

Defne’de hasarlı yerine hasarsız binaları saymak daha kolay… Sokaklarda enkaz çalışmaları sürüyor. Her birinden yaşamını yitiren yurttaşlar çıkartılıyor. Her ailede çok sayıda kayıp var.

Depremzede Emin Hamurcu, “Öfkemiz çok büyük” diyor ve ekliyor: "İnsanların çığlıkları aklımızda. Her ailede 50 kişilik kayıplar var. Toplu mezarlar olmaya başladı. Enkaz altında olup da cesedine ulaşılamayacak kişiler de var. Kim bundan sorumluysa, imar planını kim uyguladıysa, izin verildiyse, yapılar yedi katlıysa onların cezalandırılmasını talep ediyoruz. Niye yetkililer bizi yalnız bıraktı?”

Esat Hamurcu, söze dahil oluyor: “Antakya yıkıldı. Cesetleri kendimiz çıkarttık. Benim evimden üç tane cenaze aynı anda çıktı. Ortalama her gün bir cenaze gömüyorum. Altı ay sonra yaşananlar unutulacak. Gölcük’te de, Van’da da böyle oldu. İstanbul’da da öyle olacak. Ölen öldüğü ile kalacak.”

Yurttaşların Defne’de çadırlara sığındıkları bir alana ulaşıyorum. Sobanın başında Leyla Gümüş bir başına oturuyor. Ailesi Mersin’de, onu buradan almalarını bekliyor. "Çadırınız nerede?” diye soruyorum. “Çadırım yok, açıkta yatıyorum” yanıtını veriyor: “Paramız da yok, arabamız da, gelirimiz de… Kaldık böyle. 4-5 battaniyeye sarılarak yatıyorum. Başka ne yapabilirim ki?”

biz-de-olduk-ama-gomulmedik-1128074-1.

"UNUTMAK NE MÜMKÜN"

Gümüş’ün hemen yanı başında Samet Girişken ve ailesi bir çadırda hayata tutunmaya çalışıyor. Gazeteci olduğumu söyleyip yanlarına gittiğimde, medyaya tepki gösteriyorlar. “Gerçekleri yazmıyorlar” diyorlar. Samet Girişken doğma büyüme Armutlu Mahallesi sakini. Oturduğu bina yıkılmış, kızını enkazdan sağ şekilde kendi imkanlarıyla çıkarmış. Ben soruyorum, o yanıtlıyor: “Bir mahalle yok oldu. Çok kaybımız var. İlk günü konuşmak ve düşünmek bile istemiyorum. O kaos konuşulacak gibi değil. Armutlu Mahallesi’nde cesetlerimizi almak için savaş veriyoruz. 4’üncü güne kadar bize kimse ulaşmadı. Burada gördüğünüz tüm malzemeler gönüllülerce karşılandı. Yeni bir hayata asla alışamam. Bunu unutmak mümkün değil.”

İlerleyen saatlerde Samandağ’ın Sutaşı Mahallesi’ne geçiyorum. Tüm şehir karanlık, yıkık… Sutaşı Mahallesi’ndeki insanlar bahçelerde, kendi imkânlarıyla kurdukları çadırlarda kalıyorlar. Hava çok soğuk. Burada çadırda kalanlardan birisi de Okan Çiçek, kendisi alerjik astım hastası. Küçücük bir çadırdalar. “Demin uzanmıştım, krizim tuttu. İlaçlarla ayakta durabiliyorum. Alerjim de var ama tek isteğimiz bir çadır” diye konuşuyor Okan Çiçek. Ardından da babası Sabri Çiçek konuşuyor: “Soğuk oğlumun hastalığını hemen tetikliyor. Çadır istedik ama vermediler. Depremden sonra oğlum çok fenalaştı. Acile gittik. Çünkü krizin ne zaman geleceği belli değil. Bir çadır istiyoruz.”

Sonrasında Nedim Ziynet ile konuşuyoruz. Resim öğretmeni oğlu Deniz’i depremde kaybetmiş Nedim Ziynet. Oğlunun İstanbul’da görev yaptığını ve arkadaşının resim atölyesindeyken depreme yakalandığını aktarıyor Ziynet. Acısı çok büyük. Ziynet, “Biz de öldük ama gömülmedik” diyor ve ekliyor: “Oğluma 6’ncı günde müdahale edildi. Ne AFAD ne devlet ne de insanlık vardı o altı günde. Kendi çabamızla bir tane kepçe bulup oğlumu aramaya başladık. Kepçe için yalvardık. Erken müdahale olsaydı, oğlum hayatta olacaktı. Onun gibi nice canlar hayatta olacaktı.”

Nedim Ziynet, oğlunun çizdiği resimlerinin sergileneceğini aktarıyor, “Arkadaşları oğlumun adını yaşatacaklar” ifadesini kullanıyor.

BİNLERCE İNSANIN ÖLÜMÜNE SEBEP OLDULAR

Defne’den Antakya’ya geçiyorum. Antakya depremin en çok vurduğu ilçe. Yol boyu enkazlar, yıkımlar, çatlak yollar… Küçükdalyan Mahallesi’nde yol kenarında bir aile derme çatma bir çadırda kalıyor. Perihan Alioğlu, çadırı gösterip, “Amcam yeni getirdi. 12 günden beri buradayız” diyor. Evlerinin durumu çok kötü, çadır kurdukları yerin yakınında. Perihan Alioğlu, şunları dile getiriyor: “İlk üç gün arayan ve soran olmadı. Hâlâ çadırsız. Antakya’dan vazgeçilmiş gibi. En büyük yıkımı Antakya yaşadı. Hâlâ enkaz altında olanlar var. Dışarıdayız bu soğukta. Su yok, hijyen problemimiz var. Çok kötü durumdayız. Odun dahi getiren olmadı. Kimse yüzümüze bakmadı. Kuzenimi kaybettim, ailemden 10 kişiyi kaybettim. Antakya’da yıkılmayan yer kalmamış. Kim ister ki bu durumda düşmek? Buradan vazgeçmişler gibi. Komşularımız ‘Yaşıyoruz’ diye yalvardı. 7-8 gün sonra cesetlerini çıkarttılar. Çünkü kimse gelmedi. Binlerce insanın ölümüne sebep oldular. Bir aile söndü gitti. Yaşayan insanları çıkartmadılar. Yazık değil mi? İçimiz yanıyor.” Alioğlu’nun amcası Hamdi Alioğlu, gözyaşlarını tutamıyor: “Çocuklarım gitti, kimse bakmıyor sormuyor. Ne yapacağım bilmiyorum, keşke ölseydim de bunları görmeseydim. Çocuklarım dağıldı, evim yıkıldı. Şaşırdım kaldım, ne yapacağım ben?”

"ENKAZIN BAŞINDA BEKLİYORUM"

Antakya Narlıca Mahallesi’ne geçiyorum. Yıkım çok büyük… Neredeyse sağlam tek bir bina bile yok. Bir enkazın başında birkaç kişi bekliyor. Bunlardan birisi Yusuf El Absi. Suriyeli. Aktardığına göre, kendi evi yıkılmış. Şu an bulunduğumuz enkazın altında ise iki kişi var. Biri kardeşi, diğeri yengesi… Ekip yetersizliğinden şikâyetçi. Şunları söylüyor: “Kimse gelmedi, her gün buraya gelip bekliyorum. İmkân yok, makina yok. Suriye 10 yılda bombalanarak bu hale geldi. Şimdiki yaşadığımız bina 30 saniye içerisinde bu hale geldi. Devlet bugüne kadar yanımızda oldu ama bu afette devleti burada göremedik.”