2018 yılında Türkiye’de 9 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesine dair bir tartışma yürütüyoruz ve bu neresinden bakarsanız rezillik. Rezillik ama şunun farkında olmak gerekiyor: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sitesinde yer alan ifadeler ne münferit ne de istisnai, inşa edilmek istenen rejimin, iktidarın kafasındaki Türkiye tahayyülünün yansımalarından biri.

Son on beş yılda Diyanet İşleri Başkanlığı Fransız filozof Louis Althusser’in “devletin ideolojik aygıtları” dediği aygıtların en önemlilerinden biri haline geldi. Devasa bütçesi ve devasa kadrosuyla dinsel ideolojinin toplumun kılcal damarlarına zerk edilmesi Diyanet üzerinden yürütüldü. Eğer günümüz Türkiye’sinde zor aygıtının büyümesini “polis” figürü temsil ediyorsa, rıza aygıtını da “imam” figürü temsil ediyor, inşa edilmekte olan rejim “imam-polis” ikilisi üzerinde yükseliyor.

Türkiye’deki rejim değişikliği sürecine ve Diyanet’in değişen işlevine paralel bir şekilde Diyanet’ten verilen fetvalar ve yapılan açıklamalar da hem arttı hem kamuoyunun gündemine daha sık gelmeye başladı. Kız çocuklarının 9, erkek çocuklarının 12 yaşında evlenebileceklerine dair Diyanet’in internet sitesinde yer alan açıklama ise kamuoyunda büyük bir infial yarattı ve hemen geri adım atıldı, açıklama sayfadan kaldırıldı, durumu düzeltmek için ardı ardına açıklamalar yapıldı.

Oysa az önce belirttiğim üzere bu hadise münferit ya da istisnai değil, bilakis “zamanın ruhu”nun doğrudan bir yansımasıydı. Hafızası zayıf bir toplum olduğumuza göre hemen hatırlatalım. Daha bundan birkaç ay önce kamuoyunda “tecavüz yasası” diye adlandırılan ve çocuk istismarına af getirerek kız çocuklarının evlendirilmesini teşvik eden bir yasa Meclis’e sunulmamış mıydı? Eğer yine başta kadın örgütleri olmak üzere kamuoyunun tepkisi olmasa bu yasa çıkarılmayacak mıydı?

4+4+4 uygulamasıyla birlikte sekiz yıllık kesintisiz eğitimden vazgeçilmesiyle birlikte kız çocuklarının okula gitme oranının düşmesinin ve böylelikle kız çocuklarının hem eve kapatılmasının hem de evlendirilmesinin önü açılmadı mı? Eğitim Sen raporları bu durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koymuyor mu?

Aladağ’daki yurtta, Konya’daki Kuran kursunda yanarak ölen kız çocukları, Ensar evlerinde tecavüze uğrayan erkek çocukları, dinci gericiliğin çocuklara yönelik şiddetli saldırısının en trajik sonuçlarını gözlerimizin önüne sermedi mi? Çocuklara yönelik taciz ve tecavüzler çoğu zaman cezasızlıkla ya da cezasızlık anlamına gelecek ufak tefek cezalarla geçiştirilmiyor mu? Muhafazakârlığın ikiyüzlü ahlak anlayışı çoğu zaman olan bitenin üzerine derin bir sessizliği örtmüyor mu?

Bu şiddetin başka bir yansıması küçücük çocuklara namaz kıldırılması, kapanma partileri yapılması, darbe ve idam piyeslerinde oynatılmaları, zihinlerinin ve beyinlerinin iğdiş edilmesi, daha o yaştan itibaren yıllara yayılacak bir aptallaştırma siyasetinin nesnesi yapılmak istenmeleri değil mi?

Hep diyoruz ya, “her şey her şeyle ilişkili” diye, 4+4+4’den çocuk tecavüzlerine, “çocuk gelin”likten dinci gericiliğin ikiyüzlü ahlak anlayışına, müfredattan Meclis’ten çıkarılmak istenen yasalara uzanan yollar var ve hepsi bir bütünün parçaları, hepsi topluma giydirilmek istenen deli gömleğinin yansımaları.

Peki, 15 yılı geride bırakmışken toplum bu gömleği giyiyor mu, Türkiye dinciliğin çuvalına sığıyor mu? Evet, bir yandan fethedilmiş bir devlet aygıtı, devre dışı bırakılmış bir Meclis, basiretsiz bir muhalefet, ele geçirilmiş, susturulmuş bir basın ve yorgunluğa, yılgınlığa sürüklenip sessizliğe gömülmüş bir toplum var. Ancak öte yandan pasif bir şekilde olsa da kapsanmamakta, iktidarın projelerinin bir parçası haline gelmemekte, fırsatını bulduğunda iktidarın zihniyetine teslim olmayacağını göstermekte direnen ve üstelik ülkenin omurgasını oluşturan bir toplam var.

Dahası iktidarın doğrudan hedef kitlesini oluşturanlar bile bu projelerin bir parçası olmaya kendilerince direniyor, Milli Eğitim Bakanlığı’nın cuma günü yaptığı açıklamaya göre imam-hatip liselerinin % 69’u boş kalmış durumda. Yani çocuklarını özel okullara gönderemeyen toplumun en yoksul kesimleri bile imam-hatipleri tercih etmiyor, çünkü çocuğu okusun, öğretmen, doktor, mühendis olsun istiyor, çünkü hiç olmazsa çocuğu yoksulluktan kurtulsun istiyor.

Ece Ayhan “Açık Atlas” adlı şiirinde şöyle diyordu: “Efendiler! Eşekler susabilirler/ Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi?” Elbette ki gülecekler, Türkiye toplumu suskunluğunu üzerinden atıp, giymek istemediği deli gömleğini yırtıp attığında, çocukların güleceği günler gelecek. Buna inanın, buna inanalım.