AKP ve Erdoğan için her seçim hayati ve her seçim ülkenin bekasıyla ilgili. Bu yüzden etrafımız yine birtakım görünmeyen güçlerle, iç-dış mihraklarla ve fırsatçılarla çevrildi. Temmuz ayında, barışçıl ve meşru olduğuna karar verilerek kapatılan Gezi davası yeniden gündemde.

Eylemleri finanse etmekle suçlanan ve bir yılı aşkın süredir iddianamesiz tutuklu bulunan Osman Kavala ile ilişkili olarak, iki hafta önce, darbe planladıkları gerekçesiyle Türkiye’nin en saygın akademisyen ve sivil toplum kuruluşu çalışanları gözaltına alındı. Bu hafta da Gezi Parkı eylemlerinin sözcülerinden Can Atalay, Tayfun Kahraman, Haluk Ağabeyoğlu ve Ahmet Saymadi ifadeye çağırıldı. Beş yıl sonra ve yerel seçimlerin hemen öncesinde Gezi’yi yeniden kriminalize etmenin birkaç nedeni var. Birincisi: Hayatın her alanında artan taciz ve şiddet; emek sömürüsü ve işçi ölümü; yoksulluk ve ekonomik kriz nedeniyle toplumda yükselen tansiyonun Gezi benzeri bir isyana dönüşmesine karşı duyulan korku. İkincisi: Dış güçlerin ülkeyi karıştırmak için tetikte olduğu hissini canlı tutmak; hukuki ve ekonomik alanda yaşanan sıkışmayı, ‘ey Avrupa!’, ‘ey fırsatçılar’ temalı seçim çalışmalarında kullanabilmek. Üçüncüsü: “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” diyen Erdoğan’ın İstanbul üzerinden kendisi ve iktidarına karşı yönelmiş dış düşman tehdidinin ancak şehrin anahtarının AKP’de kalmasıyla aşılabileceğini, dolayısıyla ülkenin bekasının söz konusu olduğunu göstermek ve elbette seçmenini bunlara ikna edebilmek.

***

Gezi’nin AKP’de yarattığı büyük ruhi çöküntü ve endişe elbette anlaşılabilir bir şey. Türkiye partisi olma iddiasındaki iktidarın; farklı sınıf, inanç ve ideolojiden gelen milyonlarca insanı demokrasi talebiyle bir anda karşısında görmesi kolay kolay unutulmaz. İhtiyaç, bir korku yaratıp insanları onun çevresinde kenetlemek olduğunda, gerçek bir korku elbette kurgulanmış olana göre daha etkilidir. Ancak nereye kadar? Bir yerel seçime bile yine dış güçler-iç güçlerle beraber kol kola giriliyor ama şehirlerin ihtiyaçlarından, sorunlarından hiç bahsedilmiyor. İstanbul ile binaları, meydanları ve caddeleri üzerinden ideolojik bir kavgaya tutuşan Erdoğan ve yeni vaat imkânını çoktan tüketmiş bir AKP için yerel seçimi, iktidar adına varlık yokluk mücadelesine dönüştürmekten başka çare yok. Üstelik MHP ile ittifak restleşmesinden çok kısa bir süre sonra masaya oturmaya karar vermiş ve tarihinde ilk defa başka bir partinin öne sürdüğü koşulları kabul etmek zorunda kalmış bir parti olarak…

***

Açık ki işler iyi gitmiyor. Erdoğan aralarında Ankara ve İzmir’in de bulunduğu bazı illerin başkan adaylarını açıkladı. İstanbul’u sona bıraktı çünkü Binali Yıldırım, AKP’de alışık olmadığımız bir şekilde, görevi kabul etmek için bazı isteklerinin karşılanmasını talep ediyor. Anketler tatsız, adaylar heyecansız, ekonomi yokuş aşağıya gittiği için yerel seçimlerin ülke açısından bir beka sorunu olduğu ve AKP’nin özellikle büyük şehirlerde alacağı yenilginin iktidara mal olabileceği kendi kalemleri tarafından yazılıp dillendirilmeye başlandı bile. Çünkü iç, dış ve kimliği belirlenemeyen güç tehdidi iyi hoş da, değer kaybeden Türk lirası ve yükselen enflasyonla daha ne kadar soğan deposu basılarak mücadele edilebilecek? Bir ülkeyi, bir şehrin belediye başkanı değiştiğinde beka sorunu yaşayacak kadar savunmasız kılanın ne ve kimler olduğu daha ne kadar gözden kaçırılabilecek? Şehirleri daha iyi yönetme vaadi yerine Bahçeli cumhur ittifakına karşı CHP-HDP ve İP’yi zillet ittifakı kurmakla suçluyor; Erdoğan Kadıköy, Beşiktaş ve Şişli’deki seçmeni ‘kaymak yiyiciler’ olarak etiketliyor. Yerel seçimler öncesi bir başka partinin seçmenini hedef almak doğru bir strateji sayılmaz. Diğer yandan, elde düşmancılıktan başka bir stratejinin de kalmadığını kanıtlar.