Geçen haftaki yazımızda enflasyonun doğru hesaplanması ve öngörülmesi gereğini dikkat çekerek tartışmasını bu hafta yapacağımız belirtmiştik. Konunun çok kapsamlı olması nedeniyle, bu hafta tartışmamız enflasyonun doğru hesaplanması ile sınırlı olacak.

Bilindiği üzere, iki tür enflasyon var: Tüketici enflasyonu ve üretici enflasyonu. İlki TÜFE’ye, ikincisi ÜFE’ye bağlı. TÜFE, tüketicinin eline geçen malları fiyatını, ÜFE ise hammadde ve yarı mamullerin fiyatını ölçüyor. Endeks kapsamına giren maddelerin neler olduğu ve bunların toplam harcamada ne kadar ağırlık tuttuğu ankete dayalı olarak belirlenen sepetle ortaya çıkıyor. TÜFE enflasyon sepetinde gıda ve alkolsüz içecekler, giyim ve ayakkabı ve benzeri ana harcama grupları ağırlıklarıyla yer alırken ÜFE enflasyon sepetinde bu büyüklükler tarım ve ormancılık ürünleri, madencilik ve taş ocakçılığı ürünleri, imalat sanayii ve benzeri ana sektörler ağırlığına dönüşüyor. Burada aslolan hem resmi enflasyonun göstergesi olması hem de geniş halk yığınlarının ilgisi nedeniyle TÜFE enflasyonu olduğu için TÜFE sepeti daha çok öne çıkıyor.

Enflasyon göstergesinin doğruluğu ve sağlıklılığı büyük ölçüde sepetin doğru saptanmasına bağlıdır. Sepetin ağırlıklarının tespit edildiği temel yılda önemli olan bazı mallar zaman içinde önemini yitirmesine rağmen sepette varlığını aynı ağırlıkta koruyorsa ya da temel yılda tüketimi söz konusu olmayan yeni mallar tüketilmeye başlanıyorsa ve bu mallar sepette yer almıyorsa o sepetle ilgili ciddi sorunlar var demektir. Bu sorunlar olmasın ya da az düzeyde olsun isteniyorsa mutlaka sepetin geçerlilik süresi makul bir süreye getirilmeli ve revize edilmelidir.

TÜİK Ne Yapıyor?

TÜİK, iyi kötü eksiklikleri olmasına rağmen geçmişte bu sorunları asgari düzeyde tutmaya gayret ediyordu. Ancak 2005 yılında eski yöntemin terk edilerek Zincirleme Fiyat Endeksi denilen yeni bir yönteme geçilmesiyle birlikte sepet çok tartışılır bir noktaya geldi. Yeni sistem gereği maddelerin ve maddelerin sepetteki ağırlık yapısının her yılın Aralık ayında o yılın Hanehalkı Bütçe Anketi verilerine dayalı olarak yeniden belirlendi. Bu yeniden belirleme sırasında tüketimde önem kazanan mal ve hizmetler sepete dâhil edilirken önem yitiren ürünler sepetten çıkarıldı. Sepetin bu şekilde her yıl revize edilmesi, sözünü ettiğimiz makul sürenin bir yıla indirilmesi (ülkelere göre bu süre 3-5 yıl arasında değişiyor) anlamına geliyor. Sürenin bu kadar kısaltılmış olması, sepeti her türlü subjektif müdahaleye açık hale getiriyor. Örneğin düşük gelirli kesimlerin yakından izlediği gıda ve alkolsüz içeceklerin endeksteki ağırlığı 2010, 2014, 2016, 2017 ve 2018 yılları için sırasıyla şöyle olmuştur: Yüzde 27,6, 24,45, 23,68, 21, 77 ve 23,03. Gelir dağılımının bozuk olduğu ve bunun giderek kötüleştiği bir ülkede (2018 yılını dışarıda bırakırsak) gıdanın endeksteki ağırlığının giderek düşmesi oldukça manidardır. Son yıllarda gıdanın enflasyona katkı yapan en büyük kalem olması nedeniyle ağırlık azaltmasının sistematik hale getirildiği iddiaları haklılık kazanmaktadır. Bu eleştirilerin yoğunlaştığı bir ortamda gıdanın payının 2018 yılında yüzde 21,77’den 23,03’e yükseltilmesi bir başka manidar durum yaratmıştır. Bu manidar durum örneklerine madde bazında ise daha sık karşılaşılıyor. Örneğin 2011 Mayısında enflasyona yüzde 2,42 ile artış rekoru kırdırmasına katkıda bulunan kiraz, 2012 Mayısında sepetten çıkarılmıştır. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Her toplumsal kesimin enflasyonu kendisine

Sepetin bir diğer önemi, farklı gelir gruplarına (yüzde 20’lik gelir grupları), temel gelir kaynağına (ücret ve yevmiye ,müteşebbis geliri, emekli aylığı vb.) işteki durumuna (düzenli ücretli çalışanlar, işverenler, kendi hesabına çalışanalar vb.) ve mesleğe (büro hizmetlerinde çalışan elemanalar, hizmet ve satış elemanları vb.) göre de saptanabilmesi. Böylece enflasyon toplumun her kesimine sahip olduğu sepetin farklılaşması nedeniyle farklı olarak yansıyor. Bir nevi her toplumsal kesimin enflasyonu kendisine.

TÜİK ne yazık ki, toplumsal kesimlerin enflasyonunu yukarıda sözünü ettiğimiz ayrımlarda yayınlamıyor. Oysa bu hesaplamalara temel olacak veri seti TÜİK’de mevcut. Bu konuda TÜİK’e büyük bir görev ve sorumluluk düşmesine rağmen TÜİK bunun gereğini yıllardır yerine getirmiyor. Yanlış hatırlamıyorsam TÜİK (daha önceki adı DİE)’i göreve çağıranlardan ilki bu satırların yazarıdır(bk. 20.08.2005 tarihli ve “Enflasyon Tartışması” başlıklı BirGün’deki yazımız) .TÜİK’in yapmadığı bu görevi BETAM (Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi) kısmen BİSAM (Disk /Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezi) tümüyle yerine getiriyor. BETAM, 2008 Nisan’ından bu yana yayımladığı araştırma notlarıyla (ilk not 14.04.2008 tarihli ve 2 Noludur) yüzde 20’lik gelir grupları itibarıyla enflasyon oranları hesaplanıyor ve en yoksulla (ilk yüzde 20’lik gelir dilimdekiler) en zenginin (son yüzde 20’lik gelir dilimindekiler) enflasyonu öne çıkarılıyor. BİSAM çalışması ise her ay itibarıyla, “Enflasyon ve Hayat Pahalılığı Dönem Raporu” başlığıyla yayımlanıyor. Çalışmada tanımı yapılan bütün toplumsal kesimler (yüzde 20’lik gelir grupları dâhil) için enflasyon hesaplanıyor. İlgili çalışmalara söz konusu kurumların web sayfasından ulaşılabiliyor.

Ancak ilginçtir, her iki kuruluşun toplumsal kesimler için tespit ettiği enflasyon rakamları (ilki yüzde 20’lik gelir dilimlerine göre enflasyon tespit ederken ikincisi tüm toplumsal kesimler için hesaplama yapıyor) TÜİK’in kamuoyuna açıklanan genel enflasyon oranıyla beklentilerin tersine çok az farklılaşıyor. Bu tür bir karşılaştırma BİSAM çalışmasında yapıldığı için örneğimizi bu kuruluşun son tarihli (2018 Haziran) raporundan verelim. 2018 Haziranı’nda TÜFE enflasyonu yüzde 15,39 iken en yoksulun enflasyonu 14,63, en zenginin ise 15,83; düzenli ücretli çalışanların 15,38 işverenlerin 15,75, kendi hesabına çalışanların 16,04; büro hizmetlerinde çalışan elemanların 14,88, hizmet ve satış elemanlarının 15,49; ücret ve yevmiyelilerin 15,30, emekli aylığı alanların 15,23, müteşebbis geliri olanların ise 16,9. Çok ilginçtir, farklı kategorilerdeki varlıklı sayılabileceklerin enflasyon oranı TÜFE oranının üzerinde çıkıyor. Yani bu kesimler diğer kesimlere göre göreli olarak daha fazla mağdur edilmiş görünüyor.

TÜİK'e ve örgütlü kesimlere çağrı

Bu sonuçlar bu çalışmaların değil bu çalışmaların dayandığı TÜİK veri setinin sorunlu ve gerçekçi olmadığını gösteriyor. Bu sorunun çözülmesi için BİSAM’ın son raporunda çok önemli ,dikkat çekici öneriler yapılmaktadır(bk. BİSAM’ın Haziran 2018 tarihli raporu). TÜİK bu önerilere kulak vermeli ve tüm örgütlü kesimler başta kamu çalışanları ve işçi sendikaları olmak üzere bu önerileri sahiplenmeli ve yerine getirilmesi için TÜİK üzerinde baskı kurmalı.

Geliniz, enflasyonun öngörülmesi konusunu ise gelecek yazıya bırakalım.