TİHV Genel Başkanı Fincancı: “Savaş ve düşman algısı yaratıldı. TTB, kendini protesto eden ‘bu yapılara’ karşı çıkıyordu. Hacamatçı fırsatını buldu. Dönem, muhafazakarlaşmayı kullanan ama esas amacı rant olan alanlar yarattı.
Çok yakın bir örnek. Türk Tabipler Birliği (TTB) Merkez Konseyi’ndeki arkadaşlarımıza yönelik ‘barış gözaltıları’, 15 Temmuz sonrasının, 12 Eylül darbesini bile gölgede bıraktığını gösteriyor.”

‘O malum kıyaslamaya’ yönelik değerlendirmenin sahiplerinden biri de Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı.

Fincancı bir başka karşılaştırma daha yapıyor:

“1920’den itibaren, ağır ekonomik krizlerle birlikte baskı rejimleri hızla yükseldi. Nazi Almanyası da bu yükselişin ürünüydü. Baskı önce belli gruplara yönelikti. Sonrasında toplumun tamamını sardı. Bizde de buna benzer bir durum var. 15 Temmuz sonrası; ‘önce FETÖ’cüdür, ardından PKK’lidir ya da DHKP-C’lidir’ dendi. Sonunda tuhaf bir şekilde hepsi bir araya getirildi. Oysa bu yapıların ortaklık kuramayacağını hepimiz biliyoruz.”

Herkese bir korku var
Fincancı’nın anlatımları Türkiye’de çift taraflı bir korku iklimi yaratıldığını gösteriyor. “Toplumda; ‘propoganda kaynakları ile’ bir takım ‘terör örgütlerinin’ kendilerine kötülük yapabileceği endişesi yaratılıyor. Bu kaygıyı taşımayanlar ise başka bir şeyden korkuyor. Her an iktidarın saldırısına uğrayabileceğini, gözaltına alınma, cezaevine yollanma ve orada yüzlerce gün tutulma endişesini taşıyor. Sembol örnekler var. İş adamı ve aktivist Osman Kavala 3 aydır tutuklu, Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç’ın, 7 ay sonra tahliyesine karar verildikten hemen sonra başka bir ağır ceza mahkemesi tarafından tutukluluğunun devamına hükmedildi. Darbe sonrası çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler ile (KHK) 100 binin üzerinde kamu görevlisinin işine son verildi. Bunların önemli bir kısmı Adalet Bakanlığına bağlı görevliler, yargı mensupları ve kolluk görevlileriydi. Barış paylaşımı yapanlara yönelik ‘internet gözaltıları’ sürüyor. Toplum bu örnekleri ‘onların başına bile bu geliyorsa…’ endişesi ile değerlendirerek, sesiz kalmanın yaşamsal olarak değerli olduğuna karar veriyor.

Medya konusunda da Nazi Almanyası gibi
TİHV Genel Başkanı, farklı baskı dönemlerini başka bir yönden de ele alıp karşılaştırıyor: “Nazi Almanyası döneminde parti, kitle iletişim araçları üzerinde çok etkiliydi. Burada da Türkiye ile benzer bir süreci görüyoruz. Basın ele geçirildi. Verilen ihalelerle ana akım medya tümüyle iktidarın sözcüsü haline geldi. İnsanlar hakikate ulaşmak konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyorlar.”

Peki, bilgi konusundaki ambargo nasıl kaldırılabilir? O kadar kolay mı?” Fincancı; “Her zorluğa rağmen hakikati anlatma ve ulaştırabilme zorunluluğumuz var” diye sürdürüyor: “Böyle dönemlerde müspete ulaşmak da zordur. İnsanlar, daha kötüsünün başlarına gelebileceğini düşündükleri için anlatmaya korkarlar. Hakikate ulaşmak konusunda bütün olanakları zorlamalıyız. Bugün internet ve sosyal medya gibi imkanlar var. 1980’lerdeki o ağır dönemde bunlar da yoktu. Ancak gerçek yine de bir yolunu bulmaya çalışırdı. Kağıt parçaları ile duvar gazeteleri hazırlanır; üzerinde Türkiye’de yaşananlara ilişkin bilgiler, emekçilerin sorunları, göz altına alınanların haberleri olurdu.”

Savaş ve barış
Türkiye’nin ana gündem maddelerinden biri Afrin. Savaşa ve insan ölümlerine karşı çıkanların ‘terörist’ ilan edilmesi ise gündemin ana başlıkları arasında. Fincancı’nın konu ile ilgili değerlendirmeleri net: “Çok açık. Suçu aslında savaştan yana olduğunu söyleyen ve buna ait düzenlemeler yapanlar işliyor. Anayasa’nın 90. maddesi, uluslararası sözleşmeler doğrultusunda yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini söylüyor. İç hukuk buna göre düzenlenmemiş olsa bile kriterde uluslararası sözleşmeler kabul ediliyor. Bu sözleşmelerde ise savaşı övmenin suç olduğu tanımlanıyor. Ancak bu noktada bir algı yönlendirmesi devreye giriyor. Bunun bir savaş olmadığı fikri yaratılmaya çalışılıyor. Bir güvenlik sorunu olduğu ifade ediliyor. Öyleyse bile nasıl bir güvenlik sorunu olduğunun delilleriyle birlikte ortaya konulması şart. Çatışma öncesi, sırası ve sonrasında bağımsız gözlemci heyetlerinin ‘güvenlik soruna ilişkin’ çalışmalarına olanak tanınması gerekiyor.

Gerçeklikten kopuş
Hacamatçılar Federasyonu’nun, barış isteyen hekimleri protesto ettiklerine de şahit olduk…

Fincancı, “Böylece bir federasyon kurduklarını öğrenmiş olduk” diye sürdürüyor: “Müsait ortamlarda gerçeklikten kopuk bir takım yaklaşımlar da gelişiyor. Muhafazakarlaşma gibi görünen ama aslında tümüyle ranta dayalı alanlar ortaya çıktı. Hacamatçılarla görüşen bir arkadaşımız, otizm tedavisi de yaptıklarının ve bunun için 10 seansta, 18 bin TL ücret aldıklarının bilgisini verdi. Halk çaresizlik içinde derdine çare bulmaya çalışıyor. Bunların ortaya çıkışında, sözde dönüşümle birlikte çökertilen sağlık sisteminin etkisi büyük.”

TİHV Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı konuyu şöyle derinleştiriyor:

“Sağlık çalışanlarının kadrosuz bırakılması, bu alanın tümüyle taşeronlaştırılması, çalışma saatlerinin uzatılması, iş güvencelerinin ortadan kaldırılması ve kamusal sağlık alanlarının ödenekten yoksun bırakılması sorunların kaynağı. Kurumlar borç batağında, Tıbbi malzeme ihtiyacını karşılayamıyor. Halk kamusal olarak sağlık hizmetine erişemiyor. Bir yandan da sağlıkta özelleştirmeler sürüyor. Bu açıdan da sağlık hizmetleri karşılanabilir boyutta değil. Devletten hizmet alamayan, özel kuruluşlara harcayacak parası olmayan halk, merdiven altı uygulamalara yöneltiyor. Devlet düzenlemeler yapıyor, ana akım bilgi aktarıyor ve böylece bu yapılar meşruluk kazanıp, yayılıyor, işleri kolaylaşıyor.”


Hacamatçının kuyruk acısı
Tam da bu noktada üye ve yöneticilerine operasyon yapılan Türk Tabipleri Birliği’nin önemi ortaya çıkıyor. Öte yandan Fincancı’nın anlattıkları, hacamatçı tepkisinin bir tarafının kuyruk acısına dayandığını da gösteriyor: “TTB, başından beri sağlığın kamulaştırmasını savunuyor. Halk sağlığı için çalışıyor. Ayrıca ‘alternatif tıp’ adı altında bilimsel gelişmelere uyumlu olmayan çalışmalar yapanlar için bir çok girişimde bulundu. Bu kişilerin uygulamalarına ilişkin ‘durdurma’, ‘para cezaları’ gibi yaptırımların düzenlenmesini sağladı. Dolayıyla bu yapı ve şahısların bizimle ya da diğer meslek örgütleriyle ilişkileri pek de iyi sayılmaz.”