Pazar günü bu köşede özetle “Türkiye’de bir beka sorunu yok ama bir ekonomik kriz var” demiştik. Pazartesi açıklanan resmi verilerle birlikte, adını koyamasa da bizzat iktidar da krizin varlığını kabul etmiş oldu. Verilere göre Türkiye ekonomisi 2018 yılının son çeyreğinde yüzde 3 oranında küçüldü ve 2018 ekonomik büyümesi sadece yüzde 2.6 olarak gerçekleşti. 2017 büyümesinin […]

Pazar günü bu köşede özetle “Türkiye’de bir beka sorunu yok ama bir ekonomik kriz var” demiştik. Pazartesi açıklanan resmi verilerle birlikte, adını koyamasa da bizzat iktidar da krizin varlığını kabul etmiş oldu.

Verilere göre Türkiye ekonomisi 2018 yılının son çeyreğinde yüzde 3 oranında küçüldü ve 2018 ekonomik büyümesi sadece yüzde 2.6 olarak gerçekleşti. 2017 büyümesinin yüzde 7.4 olduğu akla getirildiğinde düşüşün hayli dramatik olduğu açık.

İnşaat sektöründeki küçülmenin yüzde 8.7’yi bulması inşaata dayalı ekonomi modelinin çöküşünü açık bir şekilde ortaya koyarken, sanayideki yüzde 6.4’lük ve tarımdaki yüzde 0.5’lik küçülme, üretimin ne noktaya geldiğini gösterdi.

İç talepteki düşüş ise yüzde 8.9’u buldu ki bu da halkın tüketim olanaklarının ne ölçüde daraldığını ve yoksullaşmanın boyutlarını anlamak açısından son derece önemli ipuçları veriyor.

Küçülen bir ekonomi ve hem yüksek enflasyon hem de yüksek işsizlik… İktisatçı Mahfi Eğilmez’in “ekonomik küçülme ve yüksek enflasyonun bir arada bulunması” üzerinden “slumpflasyon” diye adlandırdığı bu krizin siyasal sonuçları ve 31 Mart yerel seçimlerine bir etkisi olacak mı peki?

Şöyle bir hatırlatma yapalım: Dünya ekonomisi 2008’de çok büyük bir kriz yaşamış, kriz Türkiye’yi “teğet geçmiş” ama yine de siyasal sonuçlar yaratmış ve 2007 genel seçimlerinde yüzde 46.5 oy alan AKP’nin oyları 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde 38.8’e düşmüştü.

Kuşkusuz “her ekonomik krizde iktidarın oyları otomatik olarak düşer” gibi fizik yasalarına benzeyen bir yasadan söz edemeyiz ama ekonomik kriz dönemlerinde iktidar partilerinin oylarının düşme potansiyelinin arttığı, oyların düşme eğilimine girdiği de aşikârdır. Bu nedenle, yaşanan derin ekonomik krizin seçmen tercihleri üzerinde etkili olacağını ve bunun iktidar partisinin oylarına negatif bir şekilde yansıma ihtimalinin hayli yüksek olduğunu söyleyebiliriz.

Üstelik iktidar da bunun farkındadır ve “anketlere güvenmiyorum”dan tutun da Mansur Yavaş’a açılan soruşturmaya, Meral Akşener’e hapis tehdidinden tutun da “illet, zillet ittifakı”na uzanan bir genişlikte bu farkındalık hali rahatlıkla gözlemlenebilmektedir.

Seçim söyleminin “beka” üzerine kurulması da tam olarak bununla ilgilidir. İktidar en iyi bildiği işi yapmakta ve siyaseti dost-düşman ikiliğine hapsederek, toplumu kutuplaştırarak, güvenlik kaygılarına ve korkulara oynayarak oy toplamaya çalışmaktadır.

Ancak yine pazar günkü yazıda söylediğimiz üzere içeride ve dışarıda düşman icat etmenin sınırlarına gelinmiş durumdadır ve şapkadan yeni bir tavşan çıkarılamamaktadır. Beka söylemiyle pratikte olup bitenler arasında büyük bir açı, büyük bir inandırıcılık sorunu vardır ve bu söylem ekonomik kriz adlı hakikatin üzerini örtmeye yetmemektedir.

İşte tam da böyle bir konjonktürde, havuz medyasından bir tetikçinin 8 Mart yürüyüşüne polis saldırısı anını sosyal medya hesabından ahlaksızca “ezanı ıslıkladılar” diyerek paylaşması ve akabinde havuz medyasının bu yalanı haberleştirmesi, ertesi gün “Reis”in miting meydanlarında bunu diline dolaması ve sonrasında atılan manşetler, ortada bir tesadüf olmadığını göstermektedir.

Açık bir şekilde, iç ve dış düşman icadının sınırlarına gelindiği an “ezanın ıslıklanması” yalanı devreye sokulmuş, beka söyleminin altı “ezan, bayrak düşmanları” hamasetiyle doldurulmak istenmiştir.

Yapılması gereken ise çok açıktır: Yalanın karşısına hakikat konulmalı, hakikatin üzerine hamasetin örtülmesine izin verilmemelidir. O hakikat ekonomik kriz, yoksullaşma, enflasyon ve işsizliktir.